Lagaş, MÖ 3000’li yıllar…
Lagaş, Mezopotamya’nın en güney kısmında yer alan ve kuruluşu, MÖ 3000’li yıllara kadar giden bir kent devletidir. Eskiden Basra Körfezi’nin hemen üst kısmını oluşturan coğrafya (zamanla bu bölge nehirlerin getirdiği alüvyon yüzünden dolmuş ve körfezden 200 km yukarıya kaymıştır), üç büyük metropolden (Lagaş, Nina ve Girsu), orta ölçekte on yedi kentten, sekiz kasabadan ve elli köyden oluşan Sümerlerin anayurduydu. Kendi içinde devletlere bölünmüş Sümerlerin en etkin devletlerinden biridir Lagaş. Kentin nüfusu o gün açısından 100 bin olarak tahmin edilmektedir.[1]
Halk geçimini ticaret, kalifiye işi zanaatkarlık; balıkçılık, tarım ve hayvancılıkla sağlardı. Çok eski zamanlarda bütün bölgenin bataklıklardan oluştuğuna ilişkin kayıtlar var. Çok çalışkan ve yaratıcı bir kavim olduğu belirtilen Sümerler, kanallar açarak bataklıkları kurutmuş ve arazileri işlenir hale getirmişlerdi. Bereketli Hilal’in merkezinde yer alan söz konusu topraklarda başta buğday ve arpa olmak üzere birçok tahıl ve meyve çeşidi de yetiştirilirdi.
Sümerler, yetkin el işçiliğinin yanı sıra dönemin en ileri teknolojisine de sahip bir kavimdi. Çanak çömlekçiliğin yanı sıra, taş ve deri işçiliği; dokumacılık ve ahşap oymacılığına varan gelişmiş bir üretim kültürü yaratmışlardı. Eldeki kayıtlara bakılırsa bira (Sümerce “kaş” denmektedir) da ilk kez Sümerler tarafından bulunmuştur. Kültürel gelişmişlikleri nedeniyle Akadlar onlara, hakkettikleri gibi, “kültür getiren kavim” anlamına gelen “Sümerler” adını vermişlerdi.
Sümer’de araziler genelde tanrıya aitti ki bu yüzden vergiler, ilk dönemlerde tanrının evi olan tapınaklara kayıt altına alınmak üzere teslim edilirdi. Eldeki verilere göre, sonraki süreçte ekili arazilerinin belli bir kısmına saray ve yerel beyler zorla el koymuşlardı.[2]
Sınıf Devleti
19. yüzyılın sonlarındaki kazılarda ortaya çıkarılan tabletlerde, halkın arazilerini ve evlerini (borçlandıkları için) satabildiklerine ilişkin kayıtlar bulunmaktadır. Ancak tapınak arazileri, “Nigenna”, “Kurra” ve “Urulal” olarak üç kategoride toplanmaktaydı: “Nigenna”, tapınağın giderlerini karşılamak için işlenen toprak anlamına gelirdi. “Kurra” adı verilen arazilerse ilk kategorideki toprakları (Nigenna) işleyen köylülere geçimlerini sağlayabilsinler diye tahsis edilmişlerdi. Bu topraklar miras yoluyla devredilemiyorlardı fakat rahiplerin inisiyatifi doğrultusunda bir başkasına devredilebiliyorlardı. “Urulal” ise tapınakta hizmetli olarak çalışanların ekip biçtikleri arazilerdi. Bu arazilerin ürünlerinin bir kısmı tapınaklara vergi olarak teslim edilirdi. Geri kalan arazilerin önemli bir kısmı ise Ensi’nin (tanrı kralın) denetiminde olur ve bunlar saraylılara, aristokratlara ve yüksek mevkide bulunan memurlara tahsis edilirlerdi. Ancak aristokratlar ve bazı yüksek memurlar, kendilerine ait topraklarını, köylülerin topraklarını satın alarak veya alacaklarına karşılık el koyarak büyütebiliyorlardı.[3][4]
Genelde Lagaş’ta halk, toplumdaki konumuna göre topraklarını işler ve geçimini böyle sağlardı. Toprağın yanı sıra keçi ve benzeri hayvanlara sahip olanlar da vardı. Ancak elde edilen gelirin önemli bir kısmını rahiplerin yönettiği tapınaklara vergi olarak öderlerdi. Vergilerin önemli bir kısmıyla sarayın ve tapınaktan sorumlu rahiplerin giderleri karşılanırdı. Vergilerin çeşidi ve oranı ise esasta azalmaz, aksine savaş ve doğal felaketler bahane gösterilerek yıldan yıla artarak çeşitlenirdi. Kuraklık ya da toprağın aşırı tuzlanması nedeniyle verim düştükçe, halk da yıldan yıla yoksullaşmış olurdu.
Sömürü 5000 Yıl Önce de Vardı
Toplumdaki adaletsizlik, sömürü ve eşitsizlik, öyle bir boyuta ulaşmıştı ki, ilk başlarda yetimlerin feryadı ve yoksulların çığlığı, ancak şiir, dua ve ilahilerde dile getirilebiliyordu. Örneğin bir şiirde kamuya ait arazilerin veya hayvanların kral ya da aristokrat ailelerin denetimine verilmesi şöyle eleştirilmektedir.
“Tanrıların [tapınak=kamu] sığırları, Ensi’ye (kral) verilen tarlaların sulanması işine koşuldular; verimli tarlalar Ensi mutlu olsun diye tımar haline getirildiler. En iyi eşeklere ve sığırlara rahipler el koydu; zahireyi ise Ensi’nin adamlarına [memurlara] dağıttılar. Bir bölgeden sorumlu din adamı, yoksul bir adamın annesinin bahçesindeki ağaç ve meyvelere el koydu. Bir cenazeden sonra rahipler yetimlere kalan maldan 7 litre biraya, 420 ekmeğe, 120 ölçek tahıla, bir takım elbiseye, bir teke ve bir yatağa el koydular.”[5]
Sömürü ve baskı ortamını bütün açıklığıyla ortaya koyan ve farklı bölgelerde ortaya çıkan bu ve benzeri belgeler, sömürü ve baskının sadece Lagaş’ın değil, bütün Sümer kentlerinin ortak özelliği olduğunu ortaya koymaktadır. Çözülmüş olan birçok tablet bize, MÖ 2350 yılındaki koşulları kaba hatlarıyla aktarmaktadır.
Halkını acımasız bir sömürü altında tutan Lagaş kralı Luganda’nın bu koşulları daha fazla devam ettirerek iktidarda kalması mümkün değildi. Çünkü onun 9 yıllık iktidar dönemi, tamamıyla baskı ve soygundan ibaretti.
Halk, alışıldığı gibi sarayın baskı ve sömürüsüne karşı tepkisini ilk önce şiir ve beddualarla dile getirmekteydi.
İşte Sümerlerin sömürüye karşı en çok kullandıkları beddualardan birkaç örnek:
“Ağaçların ormana dönsün”;
“boğazlanan öküzler[imiz]in yerine [senin] dulların boğazlansın”;
“kesilen koyunları[mızı]n yerine [senin] çocukların kesilsin”;
“neşeli kalple yaptırdığın sarayların harabeye dönsün”;
“[saraylarının] yıkıntılarının tepesinde tilkiler kuyruk sallasın”;
“kanallardaki teknelerin çekim yolunda ottan başka bir şey bitmesin”;
“vasıta yollarında dikenli ottan başka bir şey olmasın”;
“tatlı akan suların[ız] acılaşsın.”
Özellikle son yıllarda ülkede rüşvet, adam kayırma, emekçi kesimin sömürülmesi, dul ve yetim hakkının alenen yenmesi ve toplumda baş gösteren her türlü saygısızlık alıp başını gitmişti.
Evlenenden, boşanandan ve ölenden vergi alınır olmuştu. Vergi zulmü ayyuka çıkmıştı. Sümerlerde “bir kralınız, bir beyiniz olabilir; ama asıl korkulacak olan vergi memurudur” özdeyişi yer edinmişti.
Tarihin ilk uygarlığını kuran, kültür ve bilim alanında önemli başarılara imza atan bir kavmin bu türden aşağılanmalara daha fazla katlanması mümkün değildi. Neticede tarihin ilk kayıtlı ayaklanması, bir Sümer kenti olan Lagaş’ta gerçekleşmişti. Buna ilişkin kayıtların bulunuşu da ilginçtir.
19. yüzyılın sonlarından itibaren Sümerler hakkında birçok bilgiye erişilmiş olsa da ilk başlarda Lagaş’a dair herhangi bir bulguya rastlanılmamıştı. 1877’de Fransız arkeolog Ernest de Sarzec’in gözetiminde Tello’da yapılan 11 kazıda Gudea’ya ait bir heykel, dikilitaş (Akbaba Dikilitaşı) ve yasaların kaydedildiği silindirler bulunmuştu. Bunların çoğu Ur-Nanşe hanedanı (MÖ 2550) dönemine ait yazılı belgelerdi.
Nitekim Fransızların 1903-1933 yılları arasında aralıklarla sürdürdükleri kazılarda Lagaş tarihine ilişkin çok önemli kayıtlar gün yüzüne çıkarılmıştı. Bu belgeler, Sümer toplumunda devlet yönetimin nasıl şekillendiğini, ekonomik alana ait işlerin hangi esaslara göre yürütüldüğünü, hukuki ilkelin neler olduğunu, evlilik sözleşmelerinin nasıl düzenlendiğini, senetlerin nasıl saptandığını, satış belgelerinin ve mahkeme kararlarının nasıl uygulandığını açık bir şekilde ortaya koymaktaydılar. Bu sayede Sümer devletinin genel işleyişi hakkında da önemli bilgiler elde edilmiş oldu.[6]
Lagaş’ta Devrim
Lagaş halkının özgürlük mücadelesine Urukagina (öl. MÖ 2371) adlı bir bakan önderlik etmişti. O halk tarafından bir kurtarıcı, kararlarıyla merhametli ve getirdiği yasalarla da adil bir hükümdar olarak anılmıştır. Devrimden önce Urukagina, devletin tahıl dağıtımından sorumlu bakandı. Halkın geçim sıkıntısını yakından takip eden Urukagina, başarılı devrimle sadece yoksulları ağır vergi yüklerinden kurtarmakla kalmamış, bir dizi reformlarla Lagaş’a eşitlikçi bir düzen de getirmişti.
Urukagina sonuçta, Lagaş’a adil bir sistemin hakim kılınmasını sağlamıştı. İlk iş olarak pazarları denetim altına almış, hileli tartı ve ölçüleri düzeltmişti. Özellikle yetim ve dullara sahip çıkmıştı. Gündelikçilerin yevmiyelerini yükselterek yeniden düzenlemişti. Erkeklerin yarı maaşına çalıştırılan kadınların ücretleri, erkeklerin ücretlerine eşitlenmişti.[7]
Urukagina, uzun yıllardır terk edilmiş olan “tanrısal yasaları” yeniden yürürlüğe sokarak kral tarafından el konan hazine ve arazileri yeniden tapınağa aktarmıştı. Hem icra işlemleri durdurulmuş hem de vergi toplayıcılar hesap vermeye zorlanmıştı. Zenginlerin ellerindeki bütün senetler geçersiz kılınmakla kalmamış, haksız yere el konmuş mülk ve araziler de asıl sahiplerine iade edilmişti. Gözleri kör edilerek sulama kanallarındaki dönme dolaplarda çalıştırılan köleler ve yoksul emekçiler, serbest bırakılmakla kalmamış, hayat boyu yeme içme masrafları da devlet tarafından karşılanmıştır. Zanaatkârların borçları iptal edilmiş ve onlara geçimlerini sağlamaları için yardım edilmiştir. Geçim sıkıntısı çeken yoksulların arazilerini ve eşeklerini satmaları yasaklanmıştır.[8]
Dolandırıcılar ve rüşvetçiler ya da yasa metnindeki ifadeyle “yurttaşların öküzlerini, koyunlarını ve eşeklerini ellerinden alanlar” görevden uzaklaştırmıştı. Sömürüye son verme, yasada şöyle ifade edilmişti: “Yetimlerin ve dulların, zengin ve güçlülerin kurbanı olmamaları için yeniden düzenlemede bulunuldu.”[9]
Borcunu ödeyememekten, hırsızlık veya cinayetten dolayı hapse atılan mahkûmların tamamı serbest bırakılmıştı. Mahkeme kayıt ve kararlarının herkes tarafından anlaşılabilecek açıklıkta yazılması sağlanmıştır. Lagaş’ta uzun süredir yürürlükte olan poliandria, yani kadınların iki erkekle evlenmesi yasaklanmıştır.
Sümer tabletlerinde de ifade edildiği gibi Lagaş halkı, en çok iyilik ve gerçeğe, yasa ve düzene, adalet ve özgürlüğe, doğruluk ve dürüstlüğe, bağışlama ve acımaya önem verirdi. Buna karşın kötülük ve yalandan, haksızlık ve düzensizlikten, adaletsizlik ve baskıdan, günahkârlık ve sapkınlıktan, zulüm ve merhametsizlikten nefret ederdi. Zayıf olanı güçlüye, yoksulu zengine karşı korumaksa en önemli görev olarak belirlenmişti. Bu yüzden Lagaş halkı, tabletlerde ifade edildiği gibi Urukagina’ya adaleti tesis ettiği, özgürlüğü geri getirdiği, açgözlülüğü yok ettiği ve halka baskı uygulayan memurları görevden aldığı için minnet duymuştur.
Urukagina’nın önderlik ettiği siyasal-toplumsal devrim, Sümer halkı tarafından şöyle kutsanmıştır:
“Kralın tapınağa ayak bastığı günden itibaren yedi gün yedi gece, cariye hanımıyla, köle efendisiyle yan yana gitti [eşitlendi]. Temiz olmayanlar, fena dilliler şehirden uzaklaştırıldı. Cezalar kaldırıldı. Köleler suçlu bulunmadı. Mahkemelerde davalar görülmedi. Anne oğlunu azarlamadı, oğlu annesine karşı gelmedi. Hatta ölüm bile olmadı.”[10]
Bir önceki bölümler için bağlantıya gidiniz…
LÜTFEN SAYFAYA ABONE OLMAYI UNUTMAYINIZ…
[1] N.S Kramer, Sümerler, s.123.
[2] H. Keiser, Tempel und Türme der Sumerer -Archaeologen auf der Spur von Gilgamesch, Bastei Lübbe Verlag , Olten, 1977, s. 22.
[3] S.N. Kramer, Sümerler, s.108.
[4] P. Deimel , „Die Bewirtschaftung der Tempellandes zur Zeit Urukaginas“, Orientalia, No 5, ed. 2 (Martio 1930), pp. 1-22.
[5] H. Uhlig, Die Sumerer, Ein Volk am Anfang der Geschichte, Gondrom Verlag, Bindlach, 1993, s.195.
[6] Rigobert Günther, Gerhard Schrot, Sozialökonomische Verhaeltnisse im Alten Orient und im Klassischen Altertum, Akademi Verlag, Berlin, 1961, 102 vd.
[7] P. Deimel, Die Reformtexte Urukaginas, Orientalia, No 2 (1920), pp 3-31; “The Liberty Cones of Urukagina: the first ‘Bill of Rights’”, http://the Sumerian Shakespeare.com/70701/79201.html /Haziran 2015.
[8] Piotr Steinkeller, “The Reforms of UruKAgina and an Early Sumerian Term for ‘Prison’”, Harvard University, AuOr (Fs, M. Civil) 9 (1991) pp. 227-233.
[9] Michael Aulfinger, Urukagina Der Gerechte König, Edition Nove, Neckenmarkt, 2007, s.152 vd.
[10] M. İlmiye Çığ, Sümerli Ludingirra, s.69.
Bir yanıt yazın