Aldous Huxley’de “Yeni Güzel Dünya”

Aldous Huxley’in ‘Yeni Güzel Dünya’sı bundan tam 68 yıl önce yazılmış. Yıldızı daha o günden bilimsel gelişmelerin genetiğiyle barışmayan Huxley, şaşırtıcı bir ütopik eserle bio-genetik yozlaşmaya tavır almış.

Eser, dünya çapında bilinen en ilginç anti-ütopyadır. Tabii ki anti-ütopyaların babası ünlü Rus W. Lem’dir. Onun “Biz”i mutlaka Huxley’i de etkilemiştir. Ancak Huxley ününe, dünya çapında isim yapan ve günümüzdeki baş döndürücü bir hızla gelişen ‘genetik bilimi ve buluşlara’ etkili bir yanıt vermiş olmasıyla da daha fazla ün katacağa benziyor.

Huxley’in amacı ‘ademi merkeziyetçi bir ekonomiye sahip ve toplumsal dayanışmayı esas alan bir siyasi iradeyle yönetilen düzenin’ propagandasını yapmaktır. Huxley’e göre teknik, insanın mutluluğuna katkıda bulunabilir, yalnız insan tekniğin kölesi olmadığı sürece. Tekniğe körü körüne bağlılık Huxley’e göre felakettir.

“Yeni Güzel Dünya” daki sorun, tekniğin olağanüstü gelişmesi değil, tekniğin artık tek tek bireylerin geleceğini de belirlemesidir.

Doğa bilimleri insanı aldı bir yerden bir yere getirdi. Böylece olumlu gelişmelerin yanında olumsuzluklar da yarattı. Fakat genetik bilimiyle insanlık, tahmin edemeyeceği bir tehlikeyle de karşı karşıya geldi. Huxley’e göre gen teknolojisinin, piskoloji ve bilimsel teknolojiyle birleştirilmesi hâkim sınıflara toplum ve birey üzerinde bugüne kadar görülmemiş bir etki ve müdahale alanı açıyor.

Huxley’ce söylersek ‘devrimlerin devrimi’ olan genetik bilimi, insanın özüne, yani’canına’ müdaleyi olanaklı kılıyor. Hâkim sınıflarının ‘ağrısız ameliyatıyla’ genetik devrim insanı bir maymuna çevirebiliyor.

Bugüne kadar hâkim sınıflarca kullanılan baskı ve denetim metodları medya alanındaki gelişmeyi de kapsayarak, bundan böyle gen bilimiyle pürüzsüz bir aşamaya ulaşmış bulunuyor. Artık insan copla, işkence ve hapis cezasıyla “uysallaştırılmıyor”, bilince (eğitim ve medya) ve gene müdahaleyle(öjeni) sistemin gönüllü kölesi haline getirilebiliyor.

Ünlü genetikçi J. Rifkin’de zaten daha şimdiden “siyasi yönetimlerin bu son ‘insan genom haritasıyla’ büyük çapta etki alanlarını genişlettiklerini ve insan soyunun böylece yeni bir evreye girdiğini ve önümüzdeki döneme alışılmadık bir boyutta ‘özgürlük ve demokrasi’ mücadelesinin damgasını vuracağını” vurguladı.

Huxley’e göre bu yeni sistem:

– Yoğun bir budalalaştırma programıyla (bilince müdahale)

– Gen teknolojiyle üretilmiş ilaçlarla (hormonlar vs.)

– Bu sistemi uygulayacak bizzat ‘yaratılmış’ menejerlerle

– Yaygın uyuşturucu bağımlılığıyla

– Öjeni (genetiğe etkin müdahale) yoluyla inşa edilebilir.

İnsanlık “çok şükür” tümden orada değil, fakat Huxley, bu sistemi düşünde inşa etmiş bile. 600 yıl sonrasi için öngörülen bu “Güzel Yeni Dünya” aslında önemli ögeleriyle 68 yıl içinde gerçekleşmiş durumda.

Yeni Güzel Dünya

Yerden biten 34 katlı gri tonda inşa edilmiş blokun girişinde “kuluçka ve şartlandırma merkezi” yazıyor. Hemen altında da dünyanın temel sloganı olan “Beraberlik, birliktelik ve süreklilik” sloganı yer alıyor.

Binanın içi donuk ve ürperti verici. Tropik iklimlere has bir sıcaklık katları birer seraya çeviriyor. Her tarafta porselan kaplar, cam şişe ve kavanozlar girenlerin dikkatini çekiyordu. “İşte burası ‘kuluçka merkezi” diye işaret eden kuluçka ve belirleme müdürü, peşinden bir düzine öğrenciyi sürüklüyordu. Onlar içeri girdiklerinde elleri ‘ölü renginde’ eldivenlerle kaplı 300 çalışan, sırtlarında beyaz önlükleriyle kavanozlarının üstüne uysalca eğilmiş ve işlerine yoğunlaşmışlardı.

Aslında “Yeni Güzel Dünya” nın merkezi bu binadır dersek pek yanlış olmaz. Çünkü Huxley’in eserine bir orjinallik kazandıran ve her saniyesi planlanmış “toplumsal dünya”nın maddesi bu binada üretilmektedir…

Elindeki kalemiyle öğrencilere işaret eden müdür, “işte bu gördüğünüz sistem toplumumuzun esenliği için üretilmiştir. Sistemimizin temel maddesini bir ödül karşılığında ameliyat edilen bir kadından elde edilmiş yumurta ve bir erkekten alınmış milyonlarca sperma oluşturuyor. Kadından alınan yumurta özel bir bileşim içinde belli bir ısıda ve esneklikte tutuluyor. Daha sonra mikroskop altında incelenerek işe yararlılığı kontrol ediliyor. Ardından bunlar sperma havuzlarına daldırılarak  mutlaka döllenmiş olmaları sağlanıyor. Bunların bir kısmı yönetimin insan ihtiyacına göre ayrıştırılıyor. İstenilen sayıda “Alfa ve Betalar” (en üstün insan özelliklerini taşıyorlar) normal gelişimleri için gelişmeye bırakılırken, “Gamma, Delta ve Epsilonlar” 36 saat sonra “Bokanowski Sistemine” uygun gelişme programına alınıyorlar. Peki nedir bu sistemin özü: Bu programa alınmış yumurta bölünüyor ve tomurcuklandırılıyor. Her yumurta en az 8 en fazla 96 kez tomurcuklandırılıyor. Her tomurcuk da tüm insan özelliklerine sahip bir embriyodur. Bu büyük bir gelişme değil mi? Eskiden her yumurtadan bir insan çıkarken şimdi ne yazık ki sadece 96 insan çıkıyor. Bizdeki bilimsel gelişme 96’dan fazla bir tomurcuklanmaya izin vermiyor. Fakat dünyanın kimi bölgelerinde bu sayı çoktan aşılmış durumda.

Her şey şu gördüğünüz yürüyen bandların üzerinde gerçekleşiyor. Şu gördügünüz band tam 8 dakikada bir kez dönmüş oluyor. Bu süre içinde yumurtanın gelişimi belli aralıklarla röntgen ışınlarının etkisi altında kesintiye uğratılıyor. Tomurcuklanan yumurtalar önce soğutuluyor, ardından da kuluçkaya bırakılarak yeniden tomurcuklandırılıyorlar. Tomurcuklandırılmış yumurtalar nihayet saf alkole daldırılarak, şok ediliyorlar ve böylece yeniden tomurcuklandırılıyorlar. Yani yumurtaların tomurcuğunun tomurcuğunun tomurcuğu da tomurcuklandırılarak dinlenmeye bırakılıyorlar. Hepsi de özdeş. İkiz değil, Üçüz değil, 96 birbirinin tıpkısı.

Bokanowski sistemi gördüğünüz gibi toplumun da temel dayanağıdır. Sağlam ve istikrarlı bir toplum. Böylece bir yumurtadan sağlanmış düzinelerce insan bir fabrikanın işçileri oluyor. 96 özdeş kardeş 96 özdeş makina kullanıyor. İşte “beraberlik, birliktelik ve süreklilik”. Ne yazık ki yalnız 96 adet tomurcuk. Aslında bunu sonsuz hale getirsek tüm sorunlarımızı da aşmış olacağız.

Tüm genleri bilinen ve belirlenmiş embriyolar bu aşamadan sonra ikinci kısma “toplumsal statü belirleme-şartlandırma” bölümüne geçiyorlar. Yönetimin plan ve ihtiyacına uygun bir sisteme uyumlu hale getirilmek üzere başka bölümlere geçen embriyolar, orada yeniden ve yeniden normlanıyorlar. Geri kalanları depolanıyor. Her embriyonun “göbek bağı” şimdilik 276 gün sonra kesiliyor. Karşımızda artık tüm özellikleriyle annesiz ve babasız ve tüpte üretilmiş bebekler durmaktadır.

Cinsiyetleri önceden belirlendiği için kızlar “o”, erkekler “t” ile işaretleniyorlar. Kızların %30’u normal gelişime bırakılırken, %70’i erkek hormonuyla kısırlaştırılıyorlar. “Göbeği kesilen” bebekler, ilk çığlıklarıyla toplumsal statülerinde nefes alıyorlar. Biz ne de olsa hiçbir şeyi tesadüflere bırakamayız değil mi?

Her embriyo yürüyen bandda belli oranda kan bileşimi, hormon, ilaç ve diğer maddelerden alıyor. Bandın hızı doğrusu benliği de belirliyor. Yavaşlatılmış bantla embriyo, yeterince oksijen alamıyor ve böylece geri zekalı olma yolunda “adım atıyor”.

Tabii ki bir Epsilon embriyo, Epsilon genlerinden olmalı ve Epsilon çevreye uygun yaratılmalıdır. Statü düştükçe, oksijen oranı da düşmektedir. Kimi bebeklerin gelişme temposu çalışma ortamına göre de hızlandırılmaktadır. Bunlara 10 yıl sonra ‘haydi kanizasyon işçiliğine’ diyoruz. Ne yazık ki bu gelişmeyi istenilen oranda hızlandıramadığımızdan gereksiz emek harcamaya devam ediyoruz. Yakında bu sorunun da hakkından geleceğiz.

Gerçi Mombasa’da bir bilimadamı bir insanın cinselliğini 4 yaşında geliştirmiş, 6 yaşında da çalışmaya başlatmış, ancak biz daha bu aşamaya gelemedik. Amacımız 6 ila 20 yaşındaki ideal gelişme evresinin ortasını bulmak.

Bebekliğe girişle birlikte embriyonun sınıfı ve statüsü de yani yönetici mi, pilot mu, mühendis mi, fabrika işçisi mi, madenci mi olacağı belirlenmiştir. Örneğin embriyonun soğuğa alerjisi mi vardır, o, bu durumda tropikal bölgelerde veya madenlerde çalışmaya hazırdır. İş tezgahının boyuna göre insan yaratılmaktadır. 69 cm’ lik bir tezgâhta çalıştırılacak insan mı gerekiyor, o zaman boy normlanarak, insan boyu 69 cm olarak bırakılmaktadır. Hem de yuvarlak kafalı, burunsuz ve patlak gözlü tipler olarak.

 “Yeni Güzel Dünya”da işçiler kitaba, müziğe ve her türden sanatsal etkinliğe ilgisiz olarak şartlandırılır. Sistem burada üç ana dayanağa sahiptir. Genetik mutasyon, Pawlovik eğitim metodları ve Soma adını verdikleri uyuşturucu ve diğer hormon (seks için viagra) sakızları. Amaç, salt insanın kendi toplumsal konumuna uyum sağlaması değil, aynı zamanda sınıfını, statü ve yaşamını istekle, arzuyla benimsemesi ve sevmesidir.

Normlanmış yaşamda entellektüel etkinlik aptalca bir çaba olarak algılanır. Bir düzine bebek güle oynaya gül ve kitaplara doğru emeklerken birden elektrik şokuyla kasılırlar. Bu yolla insanlar beşikten itibaren kitap ve gülden, kısacası ruha etkide bulunan ve sonuçta bireysel haz almayı sağlayan nesnelerden uzak tutulmaktadırlar. “İnsanın ayrıştırdığını doğa birleştirememektedir”. Doğa ve güzellik insanlara göre değildir. Tüm sistemi alabora etmesinden korkulan farklı davranış ve etkinlikler daha baştan itibaren belleklerden ve davranış normlarından silinir. Yaratıklar şartlandırıldıkları işi sevmeli ve çağlayan ruhlarını uyuşturucu ve primitif seksle dindirmelidirler.

Çocuklar her gün her an çeşitli şartlandırma programlarından geçmektedirler. Bebekler uyurken yastıkların altından fısıldayan mikrofonlarla normalarına göre şartlandırılmaktadırlar. Alfa grubu kendi işiyle övünmekte ve diğer kesimi aşağılamakta, en alttaki Epsilonlar ise yukarıdakilerine acıyarak, aşağılamaktadırlar. Gruplar arasında insani dialog yoktur aksine hor görme şeklinde karşılıklı önyargılar körüklenmektedir.

“Yeni Güzel Dünya”da aşk yoktur, aile yoktur, kültür ve sanat yoktur. Yaşamda değişiklik isteğine ve spontaniteye yer yoktur. Doğanın doğallığı da yoktur. İş ve yaşamda mutsuzluk belirtileri anormallik olarak algılanmaktadır. Bu nedenle kafası karışık Sigmund ve Helmholtz sürgüne gönderilirler.

Toplumsal sisteme karşı isyan edilmektedir ancak bu, anormallik belirtisi olarak algılanmaktadır ve bunlar hemen yukarıya ispiyon edilmektedirler. Hoşnutsuzluk gösterenler çeşitli adalara dağıtılarak, toplumdan soyutlanmakatadırlar. Nüfus, yapay olarak 2 milyar dolayında tutulmaktadır. Sınıf ve statü egoizmi kuvvetlendirilmiştir. Seks, yapay hormon sakızlarıyla (viegra mı?) kışkırtılır ve kişisel bunalımlara çözüm olarak düşünülmüştür ve asla üreme yöntemi olarak kullanılamaz. Tüketim alabildiğine özendirilmektedir. “Yeni Güzel Dünya”da herkes sayı manyağıdır. Her şey sayıyla ölçülmektedir. Herkes takır takır sayı saymaktadır.

Ömür, kalsiyum ve magnezium ve yeni hücre dopingleriyle uzatılmaktadır. Ölüm ise fosfor üretimi olarak değerlendirilmektedir. Cesetler, özel fırınlarda yakılarak (Naziler!?) bedendeki fosfor ayrıştırılmakta ve böylece beden kimyası üretimde değerlendirilmektedir. Tekniğe önem verilmekle birlikte, bilimin yaratıcılığı yok edilmiştir “Yeni Dünya”da. Bilim sorgulama yönteminden vazgeçerek, kısırlaştırılmıştır. Tanrı yoktur onun yerine Ford (Huxley üretimdeki Ford sistemini dikkate almış) geçmiştir. İnsanlık “Yeni Güzel Dünya”da yaşlanmaktan, iktidarsızlıktan, hastalıktan, açlıktan kurtulmuştur, fakat bununla birlikte müzikten, sanattan, kitaptan, aşktan, acıdan, coşkudan kısacası yaşama anlam veren mutluluk arayışından da yoksun kalmıştır.

A. Huxley:

Güzel Yeni Dünya, Piper Verlag,1992, München

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir