Bilgimizin Kaynağı Tanrı mı?

Bilgimizin kaynağı tanrı mı?

İnsan merak ettiği her şeyi bilebilir mi?

Biz ölümlü insanların kavrayamayacağı gizemli bilgi var mı?

Bir iki dakikanızı rica ediyorum.

Prensip olarak her şeyi bilebiliriz; fakat bunun, bir kısmı bizden kaynaklanmayan bazı maddi sınırlılıkları var.

Merak ettiğimiz herhangi bir şeyi bilmek için üç şey gerekir.

1. O bilginin toplumda bir ihtiyaç, yani zaruret haline gelmesi.

2. Zihnimizin, merak ettiğimiz bilginin doğasını kavrayacak kadar gelişmiş olması.

3. O bilgiyi keşfetmemizi kolaylaştıracak bilimsel teknolojik araçların gelişmiş olması.

Şimdi bunları biraz açalım.

Eğer toplum, bir bilgiye ihtiyaç duymuşsa, yani o bilgiyi merak etmişse, o zaman o bilgiye erişmenin koşullarının da oluşmuş olması lazım. Örneğin hastalıklar olmasaydı, canlıların doğasını ve genetik yapımızı araştırmazdık. Sevdiklerimizin ölümleri olmasaydı kimyayla uğraşmaz, ilaç üretmez ve canlı hücrelerin yapısını keşfedemezdik.

İnsanın bilgi merakı, toplumların sorunlarıyla, insanın ihtiyaçlarıyla belirlenir. Bugün ihtiyacımız olmadığı için merak etmediğimiz ve dolayısıyla hakkında sorular sormayı bile akıl etmediğimiz milyonlarca bilgi var. Fakat değişim ve ihtiyaçların günden güne değişip artmasıyla, aklımıza yeni sorularla birlikte gelecek olan binlerce yeni bilgi de olacaktır.

İnsan zihni ya da insan beyni, milyonlarca yıl içinde oluşmuş bir organdır. O organ tıpkı ellerimiz, ayaklarımız veya kafatasımız gibi evrim tarafından milyonlarca yıl içinde çok kaba halinden bugünkü “mükemmel” haline gelmiştir. İnsan beyninin kavrayışı, sadece beynimizin büyümesiyle değil, aynı zamanda yaşadığımız anlık sorunların, hissettiğimiz ihtiyaçların, geliştirdiğimiz aletlerin ve içinde yaşadığımız çevresel koşulların etkisiyle, her an nöronlar arası bağlantıların daha çok güçlenmesiyle, nöronlar arası bilgi akış hızının binlerce kat daha fazlalaşmasıyla derinleşmiştir.

2 milyon yıl önce basit bir taşı bile yontamayan insanın biçare elleri, bugün ne harikalar yaratmaktadır!

Güneşin doğuşunun, suyun durmaksızın akışının, şimşeğin çakışının ve rüzgarın uğuldayarak esişinin nedenini bilmeyen ve bunları tanrının hikmeti sayan insandan, bugün elimizdeki akıllı telefonları icat eden insan zihnine ve kavrayışına kadarki süreçte beynimiz de adım adım gelişmiştir.

Eğer bilimin bir sınırı varsa, bunun sebebi, zihnimizin henüz yeterince gelişmemiş, o olayı henüz kavrayamamış olmasındandır. Bilim ve teknolojinin düzeyi, her zaman insanın zihinsel gelişininin düzeyini yansıtır. Bilim bizim zihnimizin ürünüdür. Zihnimiz ne kadar gelişmişse, bilim ve teknoloji de o kadar gelişmiş olacaktır.

Eğer bir bilgiyi merak etmiş fakat ona henüz ulaşamıyorsak, çoğunlukla bunun sebebi, elimizdeki teknolojik imkanların henüz o boyutta olmamasıdır. Uzayın hızla gelişlediğini, evrenin yaşının 14 milyar yıl olduğunu, şu son 100 yılda öğrenebildik, çünkü onunla ilgili hassas radarları ve aletleri son 100 yılda geliştirilebilmiştik.

Eğer mikroskobu üretemeseydik, kanımızın ve hücrenin yapısını çözemezdik, eğer teleskobu keşfetmeseydik, uzağı göremez, yıldızları ve gezegenleri izleyemezdik. Eğer pusulayı üretemeseydik, uçsuz bucaksız okyanuslarda yol alıp yeni yerler keşfedemezdik.

Kısacası, insan her bilgiyi zamanı, zihinsel kavrayışı ve teknolojik imkanı geliştirdiğinde elde edebilecektir.

Biz insanlar, doğanın (evrimin) bir ürünüyüz ve bu yüzden imkanları sınırlı olan ve sadece türün ayakta kalabilmesini sağlayacak bilgi ve imkanlarla donanabilen bir canlıyız. Gözlerimiz çok iyi görmekle birlikte yeryüzünün manyetik alanlarını hissedemiyoruz. Zihnimiz çok gelişmekle birlikte kuşların ve balıkların yön bulma yeteneklerine sahip değiliz, çünkü insan her gördüğü yetenekle donansaydı, bu gereksiz bir yetenek yüklemesi olurdu.

İddia edildiği gibi tanrının sadece bazı özel insanlara açık ettiği herhangi bir gizemli bilgi yoktur. Peygamberlere vahiy olarak gönderildiği söylenen bilgilerin birçoğu, toplumların yaşam tarzını ilgilendiren, insanların ahlaki kurallarını belirleyen bilgilerdir ki bunların birçoğunu yüzyıllar içinde bilge insanlar, düşünürler ve filozoflar da ifade etmişlerdir.

Sonuçta sezgi denen olgu da zihnimizin bir ürünüdür. Sezgi, histir ve geçmiş dönemlerde yaşanan pratiklerden hareketle bize aktarılan ya da bizim bizzat yaşam içinde öğrendiklerimizden hareketle öngördüğümüz tasavvurlardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir