
İnsan Neden Mitoloji Üretti?
Bütün canlılar, evrimsel olarak yaşamını devam ettirmeye programlanmıştır. İnsandan başka hiçbir canlı gerçek anlamda hayatına son vermez, çünkü evrim, yaşamı ve varlığı devam ettirmeye odaklanmıştır.
Her canlı varlık, doğal çevresinden kaynaklanan binlerce tehlikeye karşı her an tetiktedir. Beynimiz bize tehlikenin belirdiği anda, ya kaçmayı ya da savaşmayı dayatır. Bir ceylan, bir sırtlanla karşılaştığında ya da onun yaklaştığını hissettiğinde yapacağı tek şey olabilecek en hızlı şekilde kaçmaktır. İnsan da buna göre programlanmıştır. Ancak insan, iki ayak üzerine dikildikten, boşta kalan elleriyle alet üretmeye başladıktan ve karşılıklı dayanışma içinde üretim (avcılık ve toplayıcık) yapmaya başladıktan sonra ellerinin hünerinin yanı sıra beyinsel olarak da gelişmiştir.
Beş duyu üzerinden aldığımız milyonlarca bilgi ve izlenimi beyinde düzenlememizin tek bir amacı vardır: Hayatta kalmak.
Evrimsel gelişmenin belli bir noktasından itibaren insan, geçmiş zaman-şimdiki zaman ve gelecek zamanı birbirine bağlayarak hayatta kalma imkanlarını çok daha başka yöntemlerle geliştirmiştir. Bu gelişmenin en önemli unsurlarından biri, zamansal süreçleri birbirine bağlarken, varlık göstermemizin ya da hayatta kalmamızın bir anlamının olması gerektiğini düşünmemizdir.
Ölüm Bilinci
Hayatta kalabilmek için, yaşamamıza bir anlam veririz. Hayatımızı devam ettirebilmek için gördüğümüz, işittiğimiz, yaptığımız her şeye ve nesneye bir “anlam” buluruz. Hayat açısından “anlam”ı keşfetmek, aslında her an düşünmektir.
Kim düşünmesini durdurabilir? Düşünmediğimiz bir saniye bile yoktur. Beynimiz bize, milyonlarca bilgiyi işleyebilmemiz ve onları belli bir düzene sokabilmemiz için bize her an bir “anlam bulma” dayatmasında bulunur. Anlam sayesinde sadece yaşamımız hakkında düşünmeyiz aynı zamanda varlığımızı tehdit eden tehlikeleri de öngörebiliriz. Öngörü yeteneği, insanlık tarihinde muazzam bir zihinsel sıçramadır. Öngörü, bizi tehdit eden tehlikeyi sezmenin ve bu tehlikeleri savuşturmanın en önemli unsurudur. Öngörü, insan zihninin gelişiminde yeni bir aşamadır ki biz bunu soyutlama yoluyla yaparız.
Tehlikeleri sezip tedbir almaya başladığımız anda hayatımızı kökten değiştiren yeni bir olgunun da bilincine vardık: Ölüm bilinci!
Depremden, yanardağ patlamasından, sel felaketinden, yangından, yırtıcı hayvanlardan kaçıp korunabiliriz fakat canlı bir organizmanın sonunun, istese de istemese de, korunsa da korunmasa da ölümle bittiğini kavradığımız anda, bütün yeteneklerimizin, aletlerimizin ve öngörülerimizin sonuna geldiğini kavrarız.
Ölümün doğallığının keşfi, insanın o güne kadar karşılaştığı en acı veren keşiftir. Ne yaparsanız yapın, sevdiklerinizin ve hayatınızın ölümle sonuçlanacağını bilmek, insan açısından çaresizliğin zirvesidir.
Anlamı keşfetmek?
Bu bilinç ve keşif, “anlam” kavramıyla birlikte insana yeni temel sorular sordurmaya başlamıştı.
Neden varız? Neden doğarız? Neden ölürüz? Evren neden var? Biz evrenin neresindeyiz? Neden acı çekeriz? Evren hep mi vardı? Sonsuzluk var mı? Ölümden kaçış mümkün mü? Ölüm korkusu olmadan yaşamımızı nasıl devam ettirebiliriz?
Bu sorular, düşünmeye başlayan insanın ilk soyut sorularıdır. Metafizik de böyle doğmuştur.
İnsan, yanardağ patlamasından kaçıp kurtulmak için araçlar icat edebilir. Vahşi hayvanlardan korunmak için ok ve mızrak yapabilir. Soğuktan korunmak için bizonlardan yüzdüğü postlara bürünebilir ki zihni ve elleri bütünüyle yaşamda kalabilmek için gelişmişti.
Peki, kaçınılmaz gözüken doğal ölümden nasıl kurtulabiliriz? Beynimiz bu andan itibaren durmaksızın ölüme çareler düşünüp durmuştur.
Bu çarelerden en önemlisi “öbür dünya” kavramıdır. Bir diğeri, “ruhlar” alemidir. Sonraki süreçte bu kavramlara “tanrı” kavramı da eklenecektir.
İnsan, o güne kadar ürettiği hiçbir alet ve yetenekle durduramadığı doğal ölümü, ruhlara etkide bulunarak, hayatımıza hükmettiğini düşündüğümüz ilahi güçleri etkileyerek durdurmaya çalışmıştır. Kültür denen olayın temeli de buraya dayanır. Bulduğumuz sözüm ona çareler, sadece şahıs olarak bizim değil, klanımızın, topluluğumuzun ve türümüzün de varlık olarak ayakta kalmasını ve devam etmesini sağlamalıdır. Belki ölümü durduramayabiliriz fakat acımızı kısmen dindirmek için öngörü yeteneklerimizi kullanarak, ölüme bir anlam da verebiliriz.
Dünyanın bütün kavimlerinin ve topluluklarının, istisnasız olarak evreni, varlığı ve insanın yaşamını anlamlandıran mitolojik söylenceler uydurmasının nedeni budur.
Bu söylenceler bize öbür dünyanın varlığını döne döne anlatarak, ölüm karşısındaki çaresizliğimizi aşmayı öğretir.
45 bin yıl önceki mağara resimlerini çizen şamanlar, büyücüler ve kahinler, ancak bir insanın sürünerek yol alabileceği 1,5 km dehlizlerden geçerek ulaştıkları mağaraların zifiri karanlık odalarında, tahminen içtikleri tütün ve uyuşturucunun da yardımıyla “vahiy aldıklarını” söyleyerek, ailelerinin ve klanlarının acılarını dindirmeye, yaşamsal sorunlarını gidermeye ve geleceklerini (bereketli yıllar öngörerek) güvence altına almaya çalışmışlardır.
Ölümsüzlük arayan Sümerli Gılgamış, Adem ile Havva Hikayesi, İbrahim Kıssası, Zeus’un tanrılar diyarı vb söylenceler, insan zihninin ilk yaratıcı unsurlarının ürünleridir. Bu söylenceler olmasaydı, insanlık hâlâ Neandertallerin zihinsel düzeyini aşamamış olacaktı. Homo Sapiens’in, Neandertallerden ayrılan en önemli yeteneği, soyutlamada yeni bir zirve yakalamasıdır: somut betimlemeler yerine simgeler kullanılmaya başlanmıştır.
Bu söylenceler çöktüğünde ya da eski tanrılara inananlar kalmadığında, insan zihni durmaksızın yeni tanrılar icat etmekte, onlar da güvenilirliğini kaybettiğinde bu kez de yıldızlar, Sirius, Ufolar, üst akıl, evrensel enerji aktarımı ve sığınılacak bilumum başka güçler yaratmaktadır…
Bugün hala en büyük derdimiz, “ölümsüzlük arayışı” değil midir?
Comments (0)
Raife Karataşsays:
Kasım 15, 2023 at 8:25 amZamanın inanılmaz hızla aktığı ve dakikalara endeksli hayatımızda okumak için aldığımız kitaplar kitaplıklarımızda ve çalışma masalarımızda birikirken, aydınlatıcı yazılarınız ilaç gibi geliyor! En kalbi duygularımla teşekkürlerimi iletiyorum. Sağolun varolun.