İnsan, Tanrıları Hangi Aşamada Düşünmeye Başladı?

İnsan, tanrıları hangi aşamada düşünmeye başladı?

Zihinsel kuram aşamaları nelerdir?

Birçok arkadaş, insanın korkuları yüzünden tanrılara inandığını sanıyor. Bu anlayış, insanın varoluşuna, yani insanın toplumsallaşma tarihine yüzeysel yaklaşmaktan kaynaklanır.

Nasıl ki inançlı insanlar, belli bazı kalıp düşünce ve ezberlerin dışına çıkamıyorsa, inançsız insanların büyük çoğunluğu da konu bilinç, inanç, tanrı vb konulara geldiğinde, önyargılarının ve ezberlerinin kurbanı olmaktadır.

İnsan, hangi aşamalardan geçerek bilgeleşti?

Genelde insan, Homo Sapiens (akıllı ve bilge insan demektir) beş aşamadan geçerek insan oldu.

Birinci aşama, bebeklerin emekleme evresine denk gelir ki bunun tarihi 1,5 milyon yıl öncesine kadar götürülebilir. İki ayak üzerinde yürüyebilen insan, sadece korkularının ve dürtülerinden kaynaklanan ihtiyaçlarının bilincindeydi. Odun ve taş gibi çok kaba alet de kullanabiliyordu.

İkinci aşama, bebeklikten çıkışın ilk eşiği olarak da düşünülebilir. İnsan bu aşamada kendi varlığının bilincine varmaktadır. Kendisinin ve kardeşinin iki farklı varlık olduğunu bilmektedir. Suyun yüzeyinden yansıyan suretini tanıyabilmekte, gölgesinin kendine ait olduğunu bilmektedir. Artık basit taş aletler yapabilmekte, daha karmaşık avlanma tekniklerine ve birlikte yaşamaya ilişkin düşünceler geliştirebilmektedir.

Üçüncü aşamada Homo Sapiens, henüz küçük bir çocuktur. Kendi bilincine vardığı gibi, başkalarının kendisi hakkındaki düşüncelerine de önem vermektedir. Bir iç-bilinç geliştirmiştir. Artık süslenmekte, saçını taramakta, yattığı yeri düzenlemekte, başkalarını etkileyecek renklerde ve biçimlerde giysiler istemektedir. Bu aşamada Homo Sapiens, içinde yaşadığı topluluğun bir parçası olduğunu bilmekte, ortak değerler edinebilmekte, karşılıklı zihinsel alışverişler yapabilmektedir. Empati ve vicdan kavramlarının ne olduğunu tam olarak bilmese de bu değerleri önemsemektedir. O, artık başkasının halinden de anlamaktadır. Bu aşamada ölen sevdiklerini huşu içinde defnetmekte, bu yaşamın öbür dünyada devam ettiğini tasavvur etmektedir ki bu düşünce, insan bilincinde muazzam bir gelişmedir. Soyutlamanın ileri bir aşaması olarak da çok parçalı aletler üretebilmekte, ortak değerlerin ifadesi olarak topluluğu birbirine bağlayan belli bazı ritüelleri önemsemekte, totemler edinmekte, tabular yaratmakta ve bunları kural haline getirmektedir.

Döndürcü aşamada Homo Sapiens, artık çocukluktan çıkmış dünyayı keşfe çıkan bir gençtir. Dürtülerinin ötesine geçerek topluluğu birbirine bağlayan soyut kavramlar, değerler ve kurallar üretmektedir. Bu aşamada insan, sadece başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğünü değil, aynı zamanda kendi düşüncelerinin de kendi zihninin ürünü olduğu kavramaktadır. Basit bir karşılıklı etkileme ve başkasının düşünce ve davranışlarından etkilenmenin ötesine geçmiş, kendi içinden geçenleri (duygu, düşünce, inanç, tasarı, proje vb) başkasının ne diyeceğinden bağımsız olarak zihinsel açıdan değerlendirebilmektedir. Bu aşama insanın kendini birden fazla aynada görmesi gibidir. Yani aynadaki yansımanın yansımasının da kendi sureti olduğunun bilincindedir. Bu aşamada insan, toplululuğa kimliğini kazandıran toplumsal kuralları, somut hayatın bir gereği olarak değil, daha üst aşamada soyut bir varlığın iradesinin eseri olduğunu düşünmektedir ki bu da inanç veya tanrı bilincidir. Var olmayan bir varlığın, olabilirliğini düşünmek ve bunun üzerinden topluma kimlik kazandırmak. Homo Sapiens, tanrı kavramını, toplumsal hayatını düzenlemek için geliştirmiştir. Toplumlara toplumsal bilinç vermek, insanlara, bir toplumun parçası ve temel bileşeni oldukları bilincini vermek, onları ancak ortak bir yaşamda ve değer sisteminde birleştirmekle mümkündür.

Bugün nasıl ki insanlar İslamcılık, Türkçülük, Laiklik, Sosyalizm, Milliyetçilik, Liberalizm, Ateizm, Nihilizm vb idealler ya da ortak amaçlar etrafından örgütleniyor ve kendi idealleri doğrultusunda ortak çaba gösteriyorlarsa, o gün de topluluklar ortak bir kimlik altında birleştirilmek zorundalardı ki bu soyut ideal ve amaçlar muazzam bir buluştu. Bu amaçlar olmasaydı, insan toplulukları daha büyük gruplar halinde birleşip varlıklarını bugüne taşıyamazlardı. Bu idealler olmasaydı toplum inşa edilemezdi. Tanrı nedir? Tanrı, zihnimizde yarattığımız ideal bir varlıktır. Yani, varlıkları meydana getiren, onlara can ve anlam veren ideal bir varlık. Zihnimizde en merhametli, en bereketli, en cömert, en çok sevilen ve en önemlisi de düşünülebilecek en “saf akıl” odur. Filozoflar hep tanrıyı saf akıl olarak düşünmüşler ve aklın ondan taşarak bize ulaştığını tasavvur etmişler. Platon, Farabi, Hegel vb filozoflar tanrıyı böyle tasvir etmişler. Tıpkı yağan yağmurun, tohumu bağrında saklayan bir toprak parçasını sulaması gibi. Bu derece yüksek düzeyde düşünmek, yani soyutlamak insan zihninin evrildiği aşamanın en yücesidir…

Şimdi beşinci aşamaya gelelim. Bu evrede insan, artık yetişkin bir bireydir. O, her açıdan aydınlanmış, topluma örnek ve önder olabilme kapasitesi taşıyan bir varlıktır. O, sadece toplumun kurallarını kavramaz aynı zamanda toplumun kurallarını bizzat düşünür, oluşturur, onlara yön ve biçim verir.

Kimileri buna Homo Sapiens Sapiens demektedirler. O artık zihinsel açıdan ulaşacağı en yüksek seviyeye ulaşmıştır.

Bu aşama, insanın kendini, sonsuz sayıdaki aynalarda yolunu kaybetmeden, şaşırmadan, hayret etmeden fark etmesidir. Artık insan, sadece somut olayları olması gerektiği gibi değerlendirmez, yani onların iç bağlantılarını kavramaz, kuralların, inançların, ideolojilerin anlamını bildiği gibi, aynı zamanda kendi bilincinin zayıflıklarını da fark edebilen, kendi bilincinin, inancının ve alışkanlıklarının eleştirisini yapabilen; sağlam, tartışılmaz, saf doğru olduğunu sandığı kendi düşüncelerinden şüphe duyarak ilerleyen ve adeta bilgeleşen insan…

Bu insan ne korkularına, ne komplekslerine, ne ezberlerine ne de toplumsal kuralların akıl dışılığına teslim olur. O aynı zamanda kendi dürtülerini, alışkanlıklarını ve zaaflarını yenmenin zorunluluğunu bilen insandır.

O artık bir felsefeci ve belki de filozoftur…

Peki insan tanrıyı neden arar ya da insan, binlerce yıllık aydınlanma serüvenine rağmen tanrı arayışını neden sonlandıramıyor?

Tanrı, ya sadece zihinde var ya da gerçekten var ve zihin bunu doğal olarak soyutluyor. İnsanın tanrıyı soyutlamasının tarihini, araç ve ritüellerin izini sürerek üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyoruz.

O halde insan tanrıyı neden arıyor?

Ya da bir insan, bir şeyi neden arar veya arzular?

Bunun en önemli nedeni “ihtiyaç”tır. İnsanın bir şeyi araması için önce onun varlığını bedensel ve zihinsel, ruhsal açıdan hissetmesi, ona ihtiyaç duyması gerekir.

Bir şeyi arıyorsak, o bize iyi geldiğindendir, o bizim bir ihtiyacımıza yanıt verdiğindendir. İhtiyaç, salt bireysel değildir. Toplumsallaştığımız toplum için de bir şey arıyor veya arzuluyor olabiliriz. Arzulamanın soyut hali, herhangi bir şeyi ideoloji (ideal olarak görmek) haline getirmektir. Bir şeye ulaşılamadıkça onu zihnimizde, benliğimizde idealize ederiz. Aşk da böyle bir şeydir. Ona ulaştığımızda ise o bir ideal olmaktan çıkar.

Tanrı arayışı insanlık tarihinde hiçbir zaman son bulmayacaktır, çünkü tanrı kavramı, insan zihninin ürettiği en soyut, en ulaşılmaz ve en karmaşık kavramdır da ondan. Ulaşılamayacak en yüce hasletleri, özellikleri, yetenekleri ve şeyleri ona atfetmişiz. İnsan bunu yapmak zorundaydı, çünkü bu sayede eylemlerine, davranışlarına, toplumsal yaşamına, “ideal insan olma” arzusuna uygun bir kılavuza ihtiyaç duyuyordu. İnsan, elinde bir toplumsal, ahlaki, siyasi bir kılavuz olmadan yaşayamaz. Tanrıya inanmayanın da her zaman bir idolü veya kılavuzu vardır. Çoğunlukla bu babamız, abimiz, ablamız, annemiz, öğretmenimiz, liderimiz vs’dir. Bu türden bir kılavuzla hayatımıza yön veriyoruz ve biçimlendiriyoruz. Bunu hem bireysel hem de toplumsal bir ihtiyaçtan dolayı yapıyoruz.

Bu ihtiyaç ve arzuyu tek tek bireyler olarak çözümleyebiliriz fakat insan değişken ve toplumsal bir varlıktır. Bugün tanrı inancını terk eder, fakat bir başka zaman ve toplumsal koşullarda ve bir başka yaşam tecrübesinin sonunda yeniden inançlı hale gelir. Ya da bir kuşağı ateist olarak yetiştirirsiniz fakat toplumsal koşullar değiştiği için yeni bir kuşak tanrı inancına yönelebilir. İnsanlık tarihi de bunu doğrulamaktadır. İnancın veya inançsızlığın nedeni çok çeşitlidir. Kısacası yaşadıklarımız diyebiliriz.

Hayatın zorlukları, bilgiye merak, bilgeleşme arzusu, toplumu bütünleştirme amacı, dünyevi hayatı anlamsız bulmak, kendi veya toplum için beklenti, bireysel veya toplumsal umut, bir arzu, derin depresyon, korku, zihinsel anomali vb…

Comments (3)

  • Raife Karataşsays:

    Kasım 29, 2023 at 7:21 pm

    Değerli yazılarınız sancılarımıza (!) daha geniş bir perspektiften/ ölçekten bakabilmemizi sağlarken enerjimizin günübirlik olaylarda boğulmasını engelliyor! Saygılarımla.

  • Bulut Kostiksays:

    Ocak 8, 2024 at 12:32 am

    Hocam selamlar,

    Bu konu ve Agnostik felsefesi üzerine detaylı bir kitap yazmanız elzem oldu 😊 sevgilerimle ♥️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir