
Avrupa’da Devrimler Çağı
Avrupa’da etkili olan 1830 devriminin işaret fişeğini Polonyalılar yakmıştı, sonra da onları Fransızlar, Belçikalılar ve Almanlar takip etmişti…
Bu kez Fransızların yaktığı ateşi Polonyalılar takip etmişti…
Sene 1848, Aylardan Şubat…
1848 yılı ise bütün Avrupalı halklar açısından tam bir tarihsel dönüm noktasıdır. Her tarafta devrimci coşku ve heyecan kol gezmekteydi.
Nasıl olmuştu bu?
Büyük buluşlar, keşifler ve icatlar sanayi devriminin hızla gelişmesine neden olmuştu. Toplumsal sorunlar siyasetin, felsefenin ve örgüt modellerinin de yenilenmesine neden olmaktaydı. Bir yanda zenginlik diğer yanda ise varoşlarda kol gezen açlık, sefalet ve güvensizlik…
Paris’te başlayan Şubat 1848 Devrimi hızla önce Batı Avrupa’ya ardından da genişleyerek Macaristan ve Polonya’ya doğru yayılmıştı. Büyük umutlarla ve coşkuyla başlayan bu ayaklanmalar ne yazık ki genç fakat korkak burjuvazinin geri adım atmaları yüzünden önce başladığı yerde, yani Paris’te sonra da Berlin’de, Köln’de, Viyena’da, Macaristan ve Polonya’nın sayısız kentlerinde Rusya’nın ve diğer zorba hükümetlerin acımasız şiddetiyle bastırılmıştı.
Avrupa’nın en yetenekli, en gözü pek, en birikimli, en yaratıcı ve en yurtsever kesimi Avrupa tarihinde ilk kez bu kadar yığınla göçe zorlanmıştı. On binlerce emekçi, zanaatkar ve aydın, dalgalar halinde Amerikan kıtasına göç etmişti, ancak bunlardan küçük bir kısmı da Osmanlı topraklarını kendisine yurt edinmişti.
Polonyalı Bir Devrimci
1849 yılının başlarından itibaren İtalya’dan, Avusturya-Macaristan’dan ve Polonya’dan kaçan onlarca devrimci İstanbul’a sığınmıştı. Bunlardan bir kısmı, yeniden ülkelerine dönerken bazıları da Müslüman olmuş, Osmanlı’da ordu ve bürokrasisi içinde hızla yükselerek iz bırakmışlardı. Bunlardan biri de Konstanty Borzecki’dir…
10 Nisan 1826’da Polonya’nın Kleszow’skisinde doğan Konstanty Borzecki, varlıklı olmamakla birlikte köklü bir aileden geliyordu. Anne ve babası çocuklarının iyi eğitim almasına özen göstermişlerdi. Konstanty, 1844’te, Piotrkow’da liseyi bitirdikten hemen sonra Varşova’da Güzel Sanatlar Okulu’na başlamıştı. İki yıl sonra okulu terk etmiş ve Wloclawek’teki Katolik papaz okuluna girmişti. Anadili olan Lehçeden başka, Fransızca ve Rusça’yı da mükemmel bir şekilde konuşurdu. Latince ve Almancayı çok iyi derecede bilirdi.
1848 Devrim Fırtınası
Avrupa’da devrimci bir fırtına esmeye başlamıştır. 1848 yılında Polonya henüz bağımsız bir ülke değildi. Polonyalı yurtsever gençler yeniden ağabeylerinin izinden giderek ayaklanmışlardı. Ayaklanmalara katılanlardan biri de Konstanty Borzecki’ydi.
Konstanty bir arkadaşı ile birlikte okuldan kaçarak 12 Nisan’da Poznan’da gösterilere ve çatışmalara katılmıştı. Ancak ayaklanma kısa bir süre içinde Prusya tarafından bastırılmıştı. Tutuklanmış ve ardından Mayıs ayında Prusya’da Magdeburg Hapishanesi’ne tıkılmıştı. Salıverilince de önce Fransa’ya gitmiş sonra da 1849 yılında, Polonya ve Macar kökenli devrimcileri Rusya’ya iade etmeyen Osmanlı Devleti’nin başkentine gelmiş ve orada yerleşmişti…
Konstanty, askerî bilgisi ve özellikle de harita çizimindeki üstün yeteneği sayesinde yüzbaşı rütbesinde Osmanlı ordusuna alınmış ve harita şubesine atanmıştı. Aynı sıralarda İslamiyet’i kabul etmiş ve “Mustafa Celalettin” adını almıştı.
Askerlik bilimi ve tarih, Mustafa Celalettin Paşa’nın en büyük tutkularındandır…
İstanbul’da maiyetinde çalıştığı erkân-ı harp kumandanlarından Mirliva Ömer Paşa’nın takdirini ve sevgisini kazanmıştı. Bu öylesine bir sevgidir ki Ömer Paşa onu büyük kızı Saffet Hanım ile evlendirecekti. Bu evlilik onun orduda iyi bir yer edinmesinde etkili olacak olsa da unvanlarını ve şöhretini birikimi, yetenekleri, sadakati, fedakârlığı ve cesaretiyle elde etmiştir.
1848’de anavatanı Polonya’nın kurtuluşu için çarpışmaktan kaçınmadığı gibi, şimdi de içtenlikle bağlandığı yeni vatanı uğruna savaşmaktan ve hatta ölmekten kaçınmayacaktır.
Bu arada Temmuz 1875’te Hersek İsyanı başlamış ve isyan kısa sürede bütün Balkanlara yayılmıştır. Bu bölgede görevlendirilen Celalettin Paşa, Karadağ’da, 28 senelik askerlik yaşamının ardından 10 Ekim 1876’da henüz verimli bir çağda şehit düşmüştür. 50 yaşında şehit düşen Celalettin Paşa’nın naaşı, Karadağ’ın Spuz kasabasındaki caminin avlusuna defnedilir.
Eski ve Modern Türkler
Anavatanlarında en iyi okullarda eğitim görmüş olan Avusturya-Macaristan ve Polonyalı mültecilerin Osmanlı düşünce hayatı üzerinde kalıcı etkileri olmuştur. Bunlar bulundukları konumlarda kendilerini Osmanlının çağdaşlaşmasına adamışlardır.
M. Celalettin Paşa’nın esas etkisi Türk tarihi, Halkçılık, Türkçülük, Türk dili ve kimliği üzerinedir. O, Türk milliyetçiliğinin ilk öncü eseri olan Eski ve Modern Türkler’i kaleme almıştır.
M. Celalettin Paşa bu eserini, 1869’da İstanbul’da Fransızca olarak yayımlamıştır. İstanbul’da çıkan Courrier d’Orient gazetesi matbaasında basılmış, Sultan Abdülaziz’e ithaf edilmiş ve sunulmuştur. Padişah Abdülaziz, Türk aydınlanmasının fikir babası İbrahim Şinasi’ye başarılı gazeteciliği devam etsin diye 5 bin altın bağışlamak ister fakat Şinasi bunu “bu parayla yapacak mühim bir işim yoktur” diyerek nezaketle reddetmiştir.
Edebiyat ve dil alanında İbrahim Şinasi Efendi, Ziya Paşa ve Ahmet Vefik Paşa ile beliren Halkçı-Milliyetçilik akımı, Mustafa Celalettin Paşa ile birlikte filoloji, etnoloji, tarih ve dış siyaset alanlarına da yayılmıştır. Konuyla ilgili olarak Osmanlı ülkesinde yazılıp yayımlanmış ilk çalışma Eski ve Modern Türkler’dir.
Eski ve Modern Türkler, Osmanlı Devleti’nin bekasını sağlamlaştırmak ve değişik etnik unsurlardan oluşan Osmanlı toplumunun birliğini ve refahını sağlamak için devletçe ve milletçe nelerin yapılması gerektiğini usturuplu bir dille anlatmaktadır. Kitap hem Türkleri Avrupalılara anlatarak onların Türkler hakkındaki önyargılarını kırmaya ve onların Rusya’ya karşı desteğini almaya çalışmaktadır hem de Padişahı, II. Mahmut’la başlayan çağdaş reformları hızlandırmaya ikna etmeyi amaçlamaktadır.
Yazar hem eski Türkleri anlatmakta hem de modern Türklerin nasıl olması gerektiğini destansı bir dille anlatmaktadır. Kitap hem siyasi bir programdır hem de şiirsel bir dille kaleme alınmış “Memleketimden İnsan Manzaraları”dır.
M. Celattin Paşa şaheserini kaleme alırken Aydınlanma filozoflarının üslubunu benimsemiştir. Eser sanki Jean Jaques Rousseau’nun Emile’i, François Fenelon’un Telemach’ı, Robert Owen’ın Lanark Raporu’nun bir Türkçe türevidir.
Eski Türk kavimleri ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve gelişimi hakkında bilgi veren Celalettin Paşa, Osmanlı Türklerinin Türk-Kafkas ırkına, yani dünyanın en büyük milletlerinden birine mensup olduklarını kaydetmektedir. Eski Yunan ve Latin kaynaklarına dayanarak ilkçağ kavimleri arasında Türklerin çok geniş bir yeri bulunduğunu belirtmekte ve böylece Türklerin dünya tarihinde oynadıkları önemli role, insanlığın medeni yükselişindeki büyük paylarına işaret etmektedir. Türklerin çok eski, dünya tarihinde büyük yeri olan, ilerici, çalışkan, bilime ve sanata önem veren bir millet olduğunu ısrarla vurgulamaktadır.
M. Celalettin Paşa, Tanzimat’ın sonuçları itibariyle çok önemli olduğunu fakat madalyonun öbür yüzünün de görülmesi gerektiğini söylemektedir. Türkiye’nin Avrupa medeniyeti yoluna girmekle iyi bir iş yaptığını fakat Avrupalılara verilen imtiyazlarla sanayiimizin sekteye uğratıldığını, ihracata ithalatın üç misli gümrük resmi konulmasıyla sanayiimizin mahvolmasına seyirci kalındığını da belirtmektedir. Bu gözlemleriyle M. Celalettin Paşa, ufukta belirmekte olan emperyalizm olgusunu ilk gören devrimci Osmanlıların başında gelmektedir.
Eserinde o, Türk halkının ruh yapısını, toprak zenginliğini, yasa ve ilkelerini yabancılarınkiyle kıyaslamakta ve Türk askerinin, aile ocağına döndüğünde gelişme ve hoşgörü fikirlerini nasıl memleket sathına yaydığını şairane bir dille anlatmaktadır. Fakat Türklerin askere gitmeleri sonucu bir kısım toprağın ekilemediğini, bunun Türkler için, askerlik yapmayan Hıristiyanlara nazaran bir eşitsizlik yarattığını vurgulamaktadır. Hatta bu toprakların zamanla Hıristiyan kökenli toprak baronlarının elinde toplandığını da belirtmektedir.
O, Hıristiyanların da askere alınmasını ister fakat Rusların isteği gibi sadece Hıristiyanlardan oluşan birliklerin oluşturulmasının da Türkiye’nin intiharı olacağını söylemektedir. Yanlış yönetim ve politikalar sonucu Türkler sanayi ve üretimden kopmuş, kendi ülkesinde sadece hamal, çiftçi ve amale olarak kalmıştır. Meslekler ve ticaretse yabancı uyrukluların eline geçmiştir ki bunun acısı sonradan I. Dünya Savaşı’nda görülecektir.
M. Celalettin Paşa eserinde, orduda, bürokraside ve çağdaş hukuk ve idare sisteminde reformların zorunlu olduğunu belirtir. Aşırı merkeziyetçiliği eleştirir, jüri müessesesinin Osmanlı adalet ve idari sistemine sokulmasını önerir. Dilde yenileşme önerir, Arap ve Fars dilinin ve alfabesinin bize uymadığını örneklerle anlatır, halk meclislerine ve vilayetlerin örgütlenmesi konusunda Mithat Paşa’nın çabalarını örnek gösterir.
Osmanlı tebaasına mensup azınlıkların ülkeye sağladığı yararlardan bahsederken bunların ülkeye yabancılaşarak verdikleri zararları da korkusuzca dile getirir.
Nazım Hikmet’in Büyük Dedesi
Mustafa Celalettin Paşa, aynı zamanda aile fertleriyle de Türk devrim tarihinin bir parçasıdır. Paşa, ünlü vatan şairimiz Nazım Hikmet’in büyük dedesidir. Eski ve Modern Türkler okunduğunda görülecektir ki Nazım Hikmet sadece şairliğini değil aynı zamanda resme ve dile olan yatkınlığını da büyük dedesinden almıştır.
Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım, M. Celalettin Paşa’nın ünlü dilbilimci oğlu Enver Celalettin Paşa’nın kızıdır. Mustafa Celalettin Paşa’nın diğer bir torunu Münevver Hanım ise, Celile Hanım’ın kardeşi ve Nazım Hikmet’in dayısı olan Mustafa Celalettin Bey’in kızıdır.
Nazım, “Lehistan Mektubu” adlı şirinde şöyle demektedir:
“…
Sevgilim…
dedelerimizden biri
1848 Polonya muhaciri.
…
Lehistan’dan gelmiş dedelerimizden biri,
gözlerinde karanlığı yenilginin,
saçları al kana boyalı.
…
Sevgilim
nerde, ne zaman hürriyet dövüşmüş de
ön safında Polonyalı bulunmamış?
…
Göğsümü kabartmıyor değil
dedelerimden birinin Lehli oluşu…”
M. Celalettin Paşa, Oktay Rifat’ın da büyük dedesidir.
Enver Celalettin Paşa’nın bir diğer kızı Münevver Hanım’ın eşi Samih Rıfat Bey, yüksek bürokrat, milletvekili, Türk Tarih Kurumu üyesi, Türk Dil Kurumu’nun kurucularından ve ilk başkanıdır.
Atatürk’ün Notları
Mustafa Kemal Atatürk’ün kuşağı, Mustafa Celalettin Paşa’nın görüşlerinden haberdardır.
Atatürk’ün özel kütüphanesinde Eski ve Modern Türkler’in bir nüshası (Paris baskısı) bulunmaktadır. Atatürk bu kitabı büyük ihtimalle yakın arkadaşı ve Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanımın teyze oğlu olan Ali Fuat (Cebesoy) Bey’den edinmiştir.
Atatürk, Eski ve Modern Türkler’i dikkatle okumuş ve bazı sayfaların kenarına “çok mühim”, “dikkat”, “abartma” diye notlar düşmüştür.
Türk tarihi, toplumu ve dili konusunda yazılan ilk eserlerden biri olmasına ve ayrıca Atatürk’ün de bu esere önem vermesine rağmen kitap ancak yazılışından 145 yıl sonra Güven Beker tarafından dilimize kazandırılmış ve Kaynak Yayınları’nca basılmıştır.
Bir yanıt yazın