
1870’li yıllarda Trakya’da bir sel felaketi yaşanır. 700 hane bu sel felaketinden etkilenir. Felaketi, İstanbul Rus Elçiliğine rapor eden Rus Konsolos K.N. Leontiev, Osmanlı tebaası olan her inanç ve milliyetten insanların kısa bir sürede kurtarılarak rahata kavuştuğunu fakat sadece Müslüman Türklerin sahipsiz kaldığını rapor eder… Tıpkı 2023’teki depremde olduğu gibi…
Bir kitap incelemesi üzerinden Osmanlı’da en geç uyanan Türklerin içinde bulundukları sefaletin kanıtları…
Türk insanının en büyük eksikliğinden biri komşu ülkelerine ilişkin yeterince bilgiye sahip olmamasıdır. Ne Suriye ve Irak halkını ne İranlıları ve Ermenileri ne Gürcü ve Yunanları ne de Bulgar ve Rusları yeterince biliyor ve tanıyoruz.
Komşu ülkelere kültürel geziler düzenlemediğimiz gibi, onların siyasi kurumlarından da bihaberiz. Ne onların ekonomik ve sosyal yaşantılarını ne de tarihlerini merak ediyoruz.
Kültür ve sanat hayatlarını bilmediğimiz gibi efsanelerini, mitolojilerini ve edebiyat dünyasını da pek bilmiyoruz. Sağ olsunlar ne devlet ne de özel kuruluşlar bu konuda bir çaba göstermektedirler.
Komşularımız ve Tarihimizi Tanımak
Rus edebiyatına dair bilgilerimizse klasikle, esas olarak da Dostoyevski, Gogol, Tolstoy, Gorki ve Mayakovski ile sınırlıdır; belki buna birkaç isim daha eklenebilir.
Halbuki Osmanlı veya Türkiye tarihi denince akla Balkan ülkeleri ve halkları gelir; ayrıca Rusya da gelir, bunun dışında İran, Ermenistan ve Arap ülkeleri gelir. Çünkü en çok bu halklarla iç içe yaşamışız ve haliyle de en çok bunlarla savaşmışız. Ama gel gör ki zaman zaman dostumuz zaman zaman da düşmanımız olan bu ülke halklarını ne kurumsal ne de bireysel olarak tanıma zahmetine girmemişiz. Yıllardır bir ilgisizlik, bilgisizlik ve cahillik almış başını gidiyor. Bu durum sadece içinde bulunduğumuz şu günlerle sınırlı değil; durum 19. yüzyılda da böyleymiş. İspatı ise ünlü Rus diplomatlarından Konstantin Nikolayeviç Leontiev’in raporları, mektupları ve notları…
Kaynak Yayınları, yıllar önce Konstantin Nikolayeviç Leontiev’in bizim için pek önemli bir kitabını Diplomatik Mektuplar, Notlar, Raporlar başlığıyla yayımladı. Kitap Osmanlı’nın, 1865-1872 yılları arasındaki sosyal ve siyasal yapısını, Rusya ve diğer komşu halklarla ilişkilerini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Bu mektuplar, raporlar ve tutanaklar, sade bir vatandaşın değil, fakat bir Rus görevlisinin, konsolosunun gözlemleridir. Bu nedenle de taraflıdır ama nesneldir…
Yer yer acımasız ama gerçekçidir…
Leontiev’in Rusya’da da yeniden keşfedildiğini öğreniyoruz. Kitabı orada da neredeyse bizimkiyle aynı zamanda yayımlanmış.
Kitap esas olarak Leontiev’in İstanbul’daki Rus Büyük Elçiliği’ne yazılmış raporlarını ve mektuplarını kapsıyor. Leontiev’in üslubu ölçülü, yer yer didaktik ama hem akıcı hem de bilgi açısından bir hazine değerinde. Kitabı yayıma hazırlayan Prof. Dr. Konstantin M. Dolgov da aydınlatıcı bir sunuş yazmış.
Peki Leontiev kimdir? O, 1831 yılında yoksullaşmış aristokrat bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Önce tıp eğitimi almış. Hekim olunca da bir süre orduda çalışmış. Sonra da dışişleri bakanlığına başvurarak diplomat olmuş. Ardından da tam on yıl boyunca Osmanlı topraklarında diplomatik görevlerde bulunmuş. Girit, Edirne, Tulça (Romanya), Yanina (Yunanistan) ve Selanik…
Öğretici ve Sarsıcı Gözlemler…
Bu dönem (1865-1872) Osmanlı’nın da en kritik on yılıdır. Balkanlar’da çözülüşün ve toprak kayıplarının adım adım geldiği, ama Aydınlanmanın, hürriyet ve özgürlük seslerinin de yükselişe geçtiği yıllar…
1873 yılında emekli edilen Leontiev bir ara eşiyle birlikte Heybeliada’da da yaşamış.
Kitaptaki raporlar tamamen Osmanlı’nın yönetimiyle, topraklarıyla, milliyetleriyle ve yurttaşlarıyla ilgilidir. Hepsi de ilginç, ama bir o kadar da öğretici ve sarsıcı gözlemler…
Bunlar, içinde yaşadığımız kriz günlerini, yani bugünü anlamak için mutlaka okunmalıdır. Bu kitap özellikle dışişleri mensupları, gazeteciler ve araştırma yapmak isteyenler tarafından okunmalıdır.
Bir ülkenin çözülüşünün ibretlik belgeleridir aynı zamanda okuduklarımız. Yöneticiler halkın sorunlarına ilgisizdir, halk ise tümden cahil bırakılmıştır; devletin varlığı sadece vergi toplarken görülmektedir. Devlet-yurttaş arasına korkunç bir yabancılaşma girmiş; yabancı ülke temsilcilikleri ise alabildiğine bir düşman faaliyeti yürütmektedirler…
Yabancılaşma iddialarını kanıtlamak için basit bir örnek verelim: Trakya’da 700 haneyi vuran bir sel felaketi yaşanır. Leontyev durumu şu ibretlik mektupla rapor eder: “…Her milletin etkili kişileri kendi felaketzedelerine ilgi göstermeye başladılar. Ermeniler adamlarını kendi evlerine götürdüler, Museviler kendi dindaşları için çok şeyler yaptılar. Ortodokslar şimdiye değin Bulgarlar ve Yunanlara bakıyorlar, diğerlerine evlerde ve kiliselerde yemek veriliyor, onların lehine imza topluyorlar. Görüldüğü kadarıyla, zavallı Müslümanlar herkesten daha perişan durumdalar.”
Bu saptama Osmanlı’nın çözülüşünün ve yıkılışının tasdiknamesi değil de nedir? Sanırız “kendi evinde yabancı olmak” diye buna denir. Diğer etnik kökenden gelen yurttaşlarımızın içinde bulundukları durumu bir an kenara bırakalım; Müslüman ve Türk olmanın “kimsesiz ve öksüz olmakla” eşanlamlı olduğu bir ruh halini düşünelim… Bu durum yurttaşlarımız arasında korkunç bir kızgınlığa ve travmaya neden olmuş olmalıdır. Demek ki sonraki yıllarda görülen devrimci atılımların (1908 Jön Türk Devrimi) Balkanlar ve Trakya’dan başlaması da bir tesadüf değildir.
Bu kitap ayrıca yerel yöneticiler tarafından da okunmalıdır, çünkü Leontyev, halka yabancılaşmanın ne olduğuna, nasıl ortaya çıktığına ve etkilerine ilişkin bol bol başka örnekler de vermektedir.
Belki de Türk devleti, yabancı elçi ve konsolosların, hatta yabancı gazeteci ve aydınların diplomatik notlarını, raporlarını ve gözlemlerini içeren kitapları toplamalı ve ders çıkarmak için bunlardan bir külliyat oluşturmalıdır. Hatta bu kitaplar üniversitelerde eğitim notları olarak da okutulmalıdır.
Çözülüşün ve Yıkılışın Nedenleri
Osmanlı İmparatorluğu neden geriledi, çözüldü ve yıkıldı?
Leontyev’in kitabı bu sorulara mütevazı yanıtlar veriyor. Bir bakıma kitap çözülüşe, yıkılışa ve felakete giden süreci anlamamızı da sağlıyor. 18. yüzyılda Trakya’da yaşananların, güneyimizdeki Arap bölgelerinde ve Doğu’da da yaşandığından emin olabiliriz. Bugün de aynı korkunç durumu, yani toplumsal yabancılaşmayı aynen yaşamıyor muyuz?
1800’lerden günümüze… Abdüllerin saltanatından Abdullahların ve Tayyiplerin yönetimine… Sanki tarih tekerrür etmektedir.
Kitap o günkü sosyal yapımıza ilişkin birçok gözlem sunuyor. Farklı milliyetten yurttaşların birbiriyle olan ilişkileri, kentlerin konumu, Osmanlının sosyal yapısı, dinlerin işlevi, eğitimin durumu, ordunun çaresizliği, yönetimin yozlaşması, merkezi ve yerel yönetimin “körler ve sağırlar birbirini ağırlar” tarzındaki ilişkisi, Batı’nın ekonomik ve siyasi baskısı, yabancı temsilciliklerinin oynadığı uğursuz roller, satın almalar, para dağıtmalar, entrika ve kışkırtmalar…
Leontiev’in kitabı hem o günü anlamamızı sağlıyor hem de bugün içinde bulunduğumuz durumun bilincimize yansımasına neden oluyor. Ayrıca raporların akıcı, samimi ve özlü bir dille yazılması kitabın bir başka keyifle okunmasını da sağlıyor.
Bir yanıt yazın