Vicdanımız Neden Var?

Vicdanla ahlak, vicdanla toplumsal kurallar çatışırsa ne olur?

 Vicdan mı yoksa yasalar mı daha önemli?

Vicdan inançla mı doğdu; ya da vicdanın dinlerle ilişkisi var mı?

Vicdan, hep var mıydı?

Vicdan, kalbe yerleştirilmiş ilahi bir yargıç mıdır?

Vicdan herkeste ortak mıdır?

Ya da vicdan, bazılarımızda isyandayken bazılarımız da neden yerlerde sürünür?

Bu ve buna benzer sorular, felsefenin, antropolojinin, teoloji ve sosyolojinin önemli sorularındandır.

Vicdan nedir?

Vicdan, felsefenin ortaya çıkışından bu yana birçok filozofu onu tanımlamaya, etik ve antropolojik açıdan inceleyerek argümanlar üretmeye sevk etmiş önemli bir toplumsal kavramdır. Birçok sözlük, özellikle de felsefe sözlükleri, vicdanın ne olduğuna ilişkin birbirine yakın tanımlar getirmeye çalışmışlardır.

Vicdan kavramı toplumla ortaya çıkmıştır, yani toplumsal bir kavramdır. Bu kavram, toplumsallaşan insanın “yüreğinde” ortaya çıkmış önemli bir niteliktir. İnsan topluluklarının henüz oluşmadığı çağlarda vicdan kavramından bahsetmek mümkün değildir. Çünkü vicdan, olgunlaşmış sosyolojik koşulların, en başta da zaman tünelinde olgunlaşan zihinsel gelişmenin bir ürünüdür. 

Vicdan, genel anlamda toplumların ahlaki ve kültürel birikiminin ötesine geçen bireysel artı-değerdir. Çünkü vicdan, somut olaylarda, toplumsal ahlak, dini kural ve kültürel alışkanlıklarla çatışmayı göze alan insani niteliktir. Ve en nihayetinde bütün bu yasal, ahlaki ve kültürel alışkanlıkların sınırlarını yıkan ve böylece yeni ahlaki kuralların, yeni yasaların çıkmasını sağlayan insani çığlıktır…

Vicdan, insan davranışlarını yönlendiren, felsefi antropolojinin ve etiğin merkezinde yer alan özgün bir kavramdır.

Birçok düşünür vicdanı, “insanın değerler hiyerarşisinde en yüce, en doğru ve en iyi olanı tercih etme kapasitesi” olarak tanımlamaktadır. Bu yüzden vicdan, insanın, “karmaşıklaşan ilişkiler dünyasında iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt etme yeteneği” olarak da tarif edilmektedir.

Türkçe sözlüklere göre vicdan, “bulmak, zenginleşmek, sevmek, üzülmek, öfkelenmek” anlamındaki vecd kökeninden gelmektedir. Vicdanı, insanın, ahlaki değerleri ve bu değerlere karşılık gelen eylemlerine yön veren “iç otorite”, “iç yargıç”, “iç çığlık” olarak da görebiliriz.

Vicdanın Rolü

Kuşkusuz, sözlükte de ifade edildiği gibi, bilmeye ya da bilgide zenginleşmeye dayanan vicdani hüküm, bilgide zenginliğe rağmen her bireyde aynı oranda ortaya çıkmaz. Zihnimiz, sözüm ona zengin bilgimize rağmen bizi yanıltıp yanlışa sevk edebilir.

İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt etmek kolay değildir ve çoğunlukla insanın toplumsal konumuyla, aileden aldığı terbiyeyle, okul ve çevreden aldığı eğitim ve en çok da benimsediği siyasi-din inanç ve yıllar içinde edindiği kültürel birikimle ilişkilidir.

Karmaşıklaşan ilişkiler dünyasında neyin doğru neyin yanlış, neyin hakkaniyetli neyin zalimlik olduğunu anlamak, durumu bilinçlice kavramak ve bilince uygun tavır almak, her insanın harcı değildir. Basit ve kesin hatlarla belirlenmiş insani durumlarda vicdanın sesine kulak vermek kolayken, girift ve zorlu ilişkilerde yol bulmak oldukça zordur ve bu yüzden insan çoğu kez, keskin bir felsefi bakışa, gözleme dayanan yaşam deneyimine ve bilgelik gerektiren bilinçli davranışa ihtiyaç duyar.

Bir anlamda vicdanı, insanın, yoğun çelişkiler içeren ve içinden hiç de kolay kolay çıkılamayan somut durumlarda, hayatın anlamını keşfetmesi ve inşa etmeyi amaçladığı kimliğine uygun tavır alması olarak da tarif edebiliriz. Dolayısıyla vicdanı, öznel bir sezgi ve yoğun duyumsamaya dayanan zihinsel algı olarak da kavramak mümkündür.


Vicdanın Düşünsel ve Ahlaki Kaynakları

Peki, doğru veya iyi olan öğretilebilir mi?

Kuşkusuz vicdani tutum, en kaba hatlarıyla veya kaba ölçüler içinde dış etkiyle edinilebilir veya eğitimle öğrenilebilir. Fakat sonuçta birey, her kritik durumda, her toplumsal olayda ve somut karar verme aşamasında vicdanıyla tek başınadır. Bu yüzden her vicdani tavır, biriciktir, benzersizdir ve öznellik taşır.

Vicdanın kökeni en başta biyolojik yapıya (dayanışma, koruma ve kollama içgüdüsü) dayanır, fakat buna, hayatın ileriki aşamasında, yani insanın toplumsallaşmasıyla birlikte önemli ölçüde zihinsel ve kültürel etki de katkıda bulunur.

Dikkatsizlik, kaygısızlık, umursamazlık, bezginlik, konformizm, stres gibi insani tavırlar, vicdanı köreltebildiği gibi, konu ve olguya yoğunlaşma, dert edinme, kaygılanma, sorumluluk ve görev bilinci gibi tavır ve eğilimler vicdani duyarlılığı artırabilir. İnsanın en çok tereddüt ettiği anlar, görev bilinciyle vicdanın çatıştığı anlardır.

Görev bilinci, yasalara uyum, dinin kurallarına riayet ve toplumun genel ahlaki ilke ve normlarıyla çatışmama eğilimi, vicdanın körelmesine yol açabilir.

Dolayısıyla vicdan ve dini-toplumsal ahlaki değer, hem birbirini bütünleyen hem de birbiriyle çatışan iki önemli değerler alanıdır. Eğer herkes davranışlarını sadece içsel yargı mekanizmasına göre belirleseydi herkes vicdanlı ve adaletli olurdu fakat toplumlar inşa edilemezdi. Aynı şekilde toplumların mevcut dini ve ahlaki kurallarına sürekli ve tartışmasız uyum sağlansaydı, bu durumda da toplumlar kendi içinden yenilikler yaratamayacakları için zamanla çürüme belirtileri göstererek kendi içine çökerek dağılırdı.

Toplumdan edindiğimiz ahlaki değerler, bizi toplum olarak ayakta tutan kural ve ilkeler olarak belirlenmiştir. Ve bu ilkeler çoğunlukla vicdani hislerimize göre değil, toplumun ahlaki değerlerini temel alan görev ve sorumluluk bilinciyle oluşturulmuştur. Dolayısıyla toplumda adil olmak, çoğunlukla toplumsal görev ve yasaları yerine getirmek olarak da anlaşılmaktadır. Zihnimizde depremlere yol açan, bizi eylemlerimizde ikileme sokan, elimizi kolumuzu bağlayıp bizi kararsızlığa sevk eden vicdan ve ahlaki değerlerin çatışması olmasaydı, bireysel kimlik de kazanamazdık.

İnsan hep görev ve sorumluluk bilinciyle hareket etseydi ne toplum gelişebilirdi ne de insanileşebilirdi. Tavrımızı hep vicdanımızın sesini dinleyip belirleseydik bu kez de toplum olamaz ve dolayısıyla yine insanileşemezdik. Bizi insanileşmeye, yani toplum olmaya ama aynı zamanda vicdanlı davranmaya sevk eden bu ikilem (zıtların birliği) aynı zamanda bizi ve toplumları ilerleten temel motivasyondur. Birçok insan bu türden ikilemi, belki buna kişisel trajedi demek daha doğru olur, zaman zaman yaşamaktadır.

Toplumsal ahlaki değerlere uygun olmakla birlikte, kişinin davranışını ikileme sokan vicdani faktör, iki eşit seçenekten biri olarak ortaya çıkmaktadır. Her iki eşit davranış da ahlaki açıdan doğrudur fakat bunlardan sadece biri vicdanidir. Ahlaki değerlerle vicdanın çeliştiği durumlarda birey, ahlaki değerlere uygun davranırken görev bilincine uygun davranmış olur. Vicdani hükme göre hareket ederse, bu kez de toplumsal ahlaki ilkelerle çelişmiş, ama böylece hem kendi geleneksel sınırlarını aşmış hem de yaratıcılığını geliştirmiş olur.

Devamı aşağıda…

Comments (0)

  • Berk Alyasays:

    Mart 20, 2022 at 8:22 pm

    Aile şemasıyla, kültürel ve dinsel değerlerle, toplumun normları ile oluşan şey bizim görev bilincimiz olabilir ama vicdan olamaz. Vicdan sabittir: Zamana-zemine-kültüre göre değişmez. Hatta zamanın-kültürün-içinde bulunduğumuz şartların değişmesi durumunda tavrını hiç değiştirmez: Paylaşımcılığın azalması, gelir dağılımının adil olmaması, din ya da herhangi bir ideoloji adına yapılan haksızlıkların artması, insanlar üzerindeki baskıların artması karşısında tavrı hep aynıdır; tüm bu olumsuzluklar karşısında evrensel olan duruşunu hiç bozmaz. Vicdan: evrensel olan doğruların ortak adıdır. Ve bu doğrular herhangi bir döneme-kültüre-norma bağlı olmadıkları için her toplumun tüm zamanlarda uyması gereken temel kurallardır. Eğer bir değer değişiyorsa bu değer vicdani bir değer olamaz: Aslında değişen şey insanın tercihidir! vicdan kuralı değil! çatışan-çelişen şeyler doğrular ile yanlışlar arasında kararsız kalan ruhlarımız! Evrensel vicdan kuralları değil! Toplumu oluşturan bireylerin tercihlerinin değişmesi toplumsal ve kültürel yasaları değiştirebilir ama evrensel vicdan yasalarını değiştirmez.

    Her insan bilinç düzeyinde ya da bilinçaltında evrensel ahlak yasalarının baskısını hisseder. Evrensel ahlak kurallarına uymayan bir davranış failini mutlaka rahatsız eder; ama bilinç düzeyinde ama bilinçaltında mutlaka rahatsız eder…En kaygısız hırsız, en bağımlı alkolik, en çapkın kişi, en kolay yalan söyleyen insan bile ruhundaki sıkıntıyı-vicdan baskısını ama uyanıkken ama rüyalarında mutlaka hisseder… Çünkü en az 300 bin yıldır ( bir gün buzul çağlarının ve yaşanan büyük depremlerin izlerini silemediği 300 bin yıllık yapılar bulunacak, büyük doğal felaketler kültürleri ve medeniyetleri bir anda silebilir…) bu kurallara bağlı kalmakla görevlendirilmiş insanların torunlarıyız. Toplumsal bilinçaltımıza yerleşmiş bu evrensel vicdan yasaları, ne yaparsak yapalım bizi mutlaka sorgular; bu sorgudan kaçamayız… Ama insanlık tarihi boyunca toplumların uydukları yasaları ruhban sınıfı ile elit yöneticiler belirledi. Sömürülerini sorunsuz yapmak, doğanın zenginliğinden Aslan payını almak, emeksiz zahmetsiz bir hayat sürmek adına; evrensel vicdan yasaları ile çatışan sayısız değer uydurdular, insanları uyuşturdular: Ve günümüzde form değiştirmiş uyuşturma mekanizmaları tıkır tıkır işliyor: İnsanlar o dönemde dinle uyuşuyorlardı, günümüzde cinsellikle uyuşuyorlar.. O zamanlar din sürüsü içindeydiler, günümüzde cinsellik sürüsü içindeler. insanlara her yerden cinsellik pompalanıyor, insanlar şehvetin bağımlısı olmuşlar. Zengin ile fakir arasındaki uçurumun her geçen gün artması, her gün her şeye zam gelmesi, yaşam şartlarının giderek ağırlaşması kimsenin umurunda değil. Varsa yoksa cinsellik…

    Vicdan: Her İnsanın içindeki Peygamberdir.

    Sizin de belirttiğiniz gibi, toplumun normlarına karşı koyan, haksızlıklara boyun eğmeyen bir yanı vardır her bireyin. genellikle kültürün ve ”din”in yasaları karşısında, toplumun normları karşısında körelir. çok az insan yaşatır evrensel vicdanını, çok az insandan duyulur vicdanın çığlığı. Bu çığlığa Peygamber diyorum. O Peygamber ki, karşısında hep kan emici din adamlarını, şımarık elitleri ve bu sınıflara simbiyotik bir bağla bağlanmış yığınları buldu: Hakarete uğradı, işkencelere maruz kaldı, dövüldü, türlü türlü eziyetler çekti, zindanlara atıldı, dışlandı, kovuldu; canından oldu. Suçları mı? Toplumun değişen değer yargılarının yönetici sınıflar tarafından belirlendiğini ve bu değerlerin kabul edilemez derecede adaletsiz olduğunu, evrensel ahlak normlarına uymadığını söylemek. Demek ki değişim her zaman olumlu anlamda olmuyor, değişim her zaman geliştirmiyor, aksine geriletebiliyor. Günümüzde insanlar 1968 yılına göre çok daha özgürler, geçen 54 yıl boyunca yaşanan değişimler insanları çok daha rahat tercihler yapan bireyler haline getirdi. Peki, günümüzde 1968 ruhundan eser var mı? O hak arayışı, o mücadele, o başkaldırı nerede? cevap basit; her değişim geliştirmez..

    Sevgi ve saygılarımla.

  • Raife Karataşsays:

    Ağustos 7, 2022 at 7:19 am

    Vicdan konusundaki yazılarınızı ve geniş değerlendirmelerinizi tekrar tekrar okuyorum. Kelimelere çok fazla dökemediğimiz ancak ne olduğü hakkında bir fikrimiz olan vicdan konusunu; ne olup olmadığı hakkındaki zengin ve aydınlatıcı yazınız için teşekkürler. Saygılarımla.
    Raife Karataş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir