Ünlü düşünür ve Aydınlanmacı Voltaire, 1775 yılında şunları yazar, “Deliliğe Methiye’nin yazılışından birkaç yüzyıl sonra şöyle bir rivayet dolaşmaktadır: Sapientia (Bilgelik, Akıl) ve kızı Veritas (Hakikat), bir dönem insanlığa hükmetmekte olan bağnazlıktan, kin ve nefretten, öfkeden ve kayıtsızlıktan korkup kör kuyuya saklanmışlar…
Bir süre sonra da yeniden ortaya çıkmış ve etrafı kolaçan etmişler… Bakmışlar ki bağnazlar ellerinde, gecelerin karanlığını bastıran meşalelerle dolaşıyor ve üzerinde insanların yakıldığı odun yığınlarını tutuşturuyorlar, o zaman ortalığa yaydıkları kıvılcımın da pek etkili olamayacağını düşünmüşler.
Ama…[yıllar sonra birçok ülkede uyanışların baş gösterdiğini görünce] Artık dünyanın bu haline meydan okumanın zamanının geldiğini düşünmüşler…
Haydi çıkalım şimdi kör kuyumuzdan, demişler… Hiç bari şu günlerin tadını çıkaralım! Eğer durum böyle kalırsa ne ala; yok, ama eğer bağnazların estirdiği fırtınanın yeniden ortalığı kasıp kavurduğunu görürsek, biz de o zaman kör kuyumuza geri döneriz” demişler…”
Aydınlanma Çağı, Sapientia ile kızı Veritas’ınyeniden ortaya çıktıkları ve Avrupa’yı aydınlattıkları bir dönemdir…
Aydınlanma Çağı denince akla kuşkusuz önce Fransız materyalizmi sonra da onların yayımlanmasına ön ayak oldukları Ansiklopedi gelir.
Ansiklopedi’nin
Doğuşu
Yayıncı Le Breton, 1746 yılında, o dönemde henüz parasız, pulsuz ve pek de
tanınmayan Diderot’dan, İngiliz yazar Chambers’ın Cyclopedia’sını Fransızcaya
çevirerek yayımlamasını ister. Chambers’ın söz konusu eseri, daha önceden
birçok dile çevrilmiş ve Avrupa’da büyük bir ilgi görmüştür…
Proje maddi açıdan sağlamdır, ama işi, ehil bir elin yönetmesi gerekmektedir.
Diderot ise kısa bir süre sonra bu projenin esaslı bir revizyondan
geçirilmesini, daha doğrusu Chambers’in eserini çevirmektense yeni bir
Ansiklopedinin yayımlanmasını daha mantıklı bulur; yayıncıyı da buna ikna eder.
Böylece ortaya yeni bir proje olarak Ansiklopedi çıkar.
Diderot’nun amacı, çağın birikimini yansıtan, gelecek kuşaklara da kalabilecek
ciddi bir bilim, felsefe ve kültür Ansiklopedisi ya da “kavramlar sözlüğü”
yayımlamaktır. Aslında projeye sonradan katkıda bulunan Voltaire de aynı
düşüncededir. Ona göre eser “Temsili boyutu yüksek olmalı, 18. yüzyıl
Avrupa’sının bilimsel, felsefi, kültürel ve edebi birikimini yansıtmalıdır;
ancak dil ve ifade açısından ortalama bir okurun düzeyini de aşmamalıdır. Çünkü
bilgi denen araç, ancak dar bir çevrenin imtiyazı olmaktan çıkarılınca etkili
olabilir.” Bu proje, mevcut bilgi ve birikimi toparlamalı, gözden geçirmeli,
düzeltmeli ve sistemleştirmelidir. “Bilgi sonuçta dünyayı biçimlendiren en
önemli araçtır.”
Diderot da aynı düşüncededir…
Şunu da belirtelim ki ne Diderot’nun hazırlığına giriştiği Ansiklopedi ilktir
ne de İngiliz yazar Chambers’inki. Onlardan önce de Ansiklopediler
yayımlanmıştı. 13. yüzyılda bile bunun örnekleri vardı. Vinzenz de Beauvais,
Speculumdoctrinale, naturale, morale, historiale adında bir ansiklopedi
yayımlamıştı. Hatta Roger Bacon aynı yüzyılda Opus magnum de
instaurationescientiarum ad Papam Clementem IV, gene bir başka Bacon, bu kez de
16. yüzyılda yaşamış büyük filozof, Francis Bacon bir ansiklopedi projesine
girişir ancak bunu başaramadan hayata gözlerini kapayacaktır. Bacon’ın bilime
olan aşkını ve bu uğurda hayatını nasıl kaybettiğini ise bir başka yazımızda
anlatmıştık. (Yazıyı yakında buraya da yükleyeceğiz)
Diderot’a göre Ansiklopedi’nin yazarları o dönemin en saygın düşünür, yazar ve
bilim adamları olmalıdırlar. Felsefenin en çetrefilli sorularının yanı sıra
bilim dünyasının sıradan kavram ve araçlarının açıklamaları ve işlevleri de
eserde yer almalıdır.
Ansiklopedi’nin finansman sorunu yoktu…Ancak eserin hem konuya vakıf biri
tarafından yönetilmesi hem de bilim ve yazın dünyasının yanı sıra, hükümet ve
yönetim katlarında da destek bulması ya da en azından kösteklenmemesi
gerekiyordu. Bu iş için en uygun insan kuşkusuz Jean Le Rondd’Alembert’ti.
El
Emeğinin Aşağılanması
D’Alembert, sadece Fransa’nın en saygın bilim adamı değil, aynı zamanda bütün
Avrupa’nın tanıdığı ve güvendiği bir filozoftu da. Nitekim d’Alembert,
Diderot’nun teklif ettiği görevi, 1747 yılında kabul etmişti. Onun esas görevi
Ansiklopedi’ye, Bilim Akademisi’ne üye olan, bilim ve yazın dünyasının ünlü şahsiyetlerini
yazar olarak kazanmaktı. D’Alembert bunu yapmakla kalmamış, aynı zamanda birçok
maddeyi de ya kendisi yazmış ya da editörlükle katkıda bulunmuştu.
Eserin daha ilk cildinde yazarlığın ve bilim adamlığının ötesinde aynı zamanda
büyük Fransız materyalistleri olan Voltaire, Rousseau, Helvetius, d’Holbach,
Montesquieu, Quesnay ve Turgot da makaleleriyle katkıda bulunmuşlardı. Sonradan
bu yazarların arasına mühendisler, kalfalar, kol emekçileri ve hatta köylüler
de katılacaklar ve yaptıkları iş ve kullandıkları aletleri tarif eden açıklama
ve mektuplarıyla katkılarını sunacaklardı.
Ansiklopedi’nin din ve din tarihine ilişkin birçok maddesinin yazarlarıysa esas
olarak ilahiyatçılar ve papazlar olacaktır. Abbes Yvon, Morellet, de Prades,
Mallet gibi ünlü ilahiyatçılar bunların başında geliyordu. Toplam olarak
Ansiklopedi’ye katkıda bulunan yazarların sayısı iki yüze yakındı.
Sonradan anlaşılacağı gibi ekonomi-politiğin kurucu babası Adam Smith, aradan
250 yıl geçmesine rağmen hala revaçta olan Ulusların Zenginliği başyapıtını
yazarken, Ansiklopedi’den oldukça yararlanmıştı.
Burada bir parantez açarak şunları belirtelim: insanlık tarihinde, üretim
sürecinde zorunlu olarak ortaya çıkan işbölümü ve buradan hareketle kafa ile
kol emeğinin ayrışması zaman içinde bir kesimin palazlanarak egemen sınıfı
oluşturmasını sağlamıştı. Bu süreci Adam Smith başyapıtında etraflıca anlatır.
Kökleri kutsal kitaplardan daha da geriye giden bir anlayışla, birkaç bin
yıldır kafa emeğini kutsanırken, el emeği de hep aşağılanmıştı. Bunun izlerini
sonradan hem kutsal kitaplarda (insanoğlunun cennetten kovuluşunun hikayesinde
Adem ve Havva’ya “Bundan böyle kan ve ter içinde ekmeğinizi topraktan
kazanacaksın” şeklinde ceza verilir) hem de Platon’un idealist felsefesinde
görürüz.
Birkaç bin yıllık bir “önyargı”, gelenek ve uygulama, Rönesans’la birlikte ve
özellikle de Aydınlanma sürecinde sorgulanmaya başlanmıştı. D’Alembert’e göre
bu ayrımın artık aşılması gerekirdi. O nedenle d’Alembert, “Deha” maddesini
yazarken şunları vurgulamaktadır: “Tabii ki toplum kendisini aydınlatan
dehalara saygı göstermelidir, ancak dehaların da elleri aşağılamasına veya
mahkum etmesine hoşgörüyle yaklaşılamaz.”
Bu nedenle Ansiklopedi’de el emeği kutsanır…
Kaleyi
İçten Fethetmek
İlk sayının yayımlanmasıyla birlikte Ansiklopedi Avrupa’da bir fenomen haline
gelir. Bir kıvılcımın bozkırı tutuşturması gibi sadece Fransa’yı değil, bütün
Avrupa’yı etkisi altına alır. Yayıncı ise durumdan pek memnundur, çünkü
Ansiklopedi’ye olan yoğun ilgi, masrafları çıkarmakla kalmamış, yayınevinin
hissedarlarına büyük bir kâr da sağlamıştır.
Sonra da sadece Ansiklopedi’nin yayımını sağlayabilmek için yüzlerce insan
istihdam edilmişti…
İkinci cildin yayımlanmasıyla birlikte eserin yasaklanmasına yönelik baskı ve
kovuşturmalar da başlar.Birinci cilt, Kilisenin hemen harekete geçmesine neden
olmuş ve eserin ideolojik etkisini kırmak için karşıt yayınlara bile
başlanmıştı. Ardından da sansür kurumu göreve çağrılmıştı.
Nitekim Ansiklopedi 1772 yılında, sarayın kararıyla yasaklanmıştı. Yasaklama
gerekçesi ise komikti: “Otoritenin itibarını sarsmak, kurumların faaliyetlerini
sekteye uğratarak inançsızlığa ve ahlaki yozlaşmaya neden olmak.”
Bu madde hiç değişmez mi, bugün hâlâ aynı gerekçeye dayanarak birçok yazar ve gazeteci hapsedilmiyor mu?
Fakat… Tam da bu esnada Ansiklopedi, beklenilmeyen bir kurumdan, daha doğrusu bir şahıstan, tarihte eşine az rastlanır bir destek görmüştü: Hem hükümetin bakanı, hem Devlet Yayınevi’nin direktörü ve hem de Sansür Kurumu’nun Başkanı Chrétien-Guillaume de Lamoignon de Malesherbes, D’ALambert’e, Ansiklopedinin yeni sayıları için hazırlanmış olan belge ve dokümanlara el konacağı haberini uçurmuştu.
Peki, yazar ve filozoflardan toplanmış makaleler, görseller ve diğer bütün belgeler nerede saklansa daha güvende olurdu?
Tabii ki aranma ihtimalinin olmayacağı bir yerde: Sansür Kurumu Başkanının konutunda! İnanılır gibi değil ama gerçek…
Üç aylık bir süreden sonra Ansiklopedi’nin yayın faaliyeti yeniden kaldığı yerden devam edecektir. Yasak kararının kaldırılmasını sağlayansa Diderot’nun çok yakından görüştüğü Barones Madama de Pompadour’dur, yani Fransa Kralı XV. Louis’inin 1. metresi… Peki nasıl? Madam Pompadour bir ziyafet esnasında pudra teriminin nereden geldiğini sorar. Davetlilerin arasından hiç kimse bunun nereden geldiğini bilemez. Bunun üzerine Madam, “bakın, eğer Ansiklopedi yasaklanmasaydı hemen bakıp öğrenilebilinirdi” der. Yardımcılardan biri kütüphanede Ansiklopedi’nin bir nüshasısının olduğunu söyler ve hemen getirir. Herkes merak içindedir. Pudra terimine bakılır ve hakikaten orada ayrıntılı bilgi de vardır. Bunun üzerine Kral yanındaki içişleri bakanına döner ve “kaldırın şu yasağı” diye emir verir!
Bütün bu tartışmalar, siyasi kovuşturmalar, düşmanca saldırı ve yasaklamalar bırakalım Ansiklopedi’nin çökmesini, aksine haklı bir davayı savunmak ve akıllıca hareket etmek nedeniyle bütün Avrupa çapında tanınmasına, okunmasına ve etkili olmasına neden olmuştu. Tirajı bir anda beklenin birkaç katına çıkmıştı.
Böylesine ciddi ve ağır bir ansiklopediden beklenmeyecek bir tiraj: 4 bin nüsha…
Normal ansiklopediler en fazla 1500 nüsha satabilirken, Diderot’nun Ansiklopedi’sinin 4 binin üzerinde bir tirajı yakalamış olması ancak o günkü siyasi iklimle, yazarların etkisi ve saygınlığıyla açıklanabilir.
Sansür Kurumu başkanı Malesherbes’in koruması ve taktik yönlendirmesiyle her yıl düzenli olarak bir cilt yayımlanmıştır. Cezai kovuşturmalar ve aleyhte yürüyen kampanyalar, Ansiklopedi’nin yazarlarını daha sıkı birbirine kenetler. Bir anda Avrupalı bir kuşak aydın Ansiklopedici olmuştu…
29 yılda tamamlanacak olan eser, toplam olarak 35 cilt yayımlanacak ve 70 bin madde içerecektir…
Anlayacağınız insanlık tarihi hakkı ve doğruluğu, şaşırtıcı fenomenlerle hayata geçirmektedir…Kıssadan Hisse…
Bazı dönemler vardır ki ilerici akımlar, bir anda bütün toplumu sarar sarmalar. Bütün çağdaş insanlar, söz birliği etmişçesine aynı görüşleri benimser, aynı amaca hizmet eder, söz konusu akımın toplum nezdindeki etkisinin büyümesi ve artması için herkes elinden geleni yapar… Hareket çığ gibi büyür…
Hatta söz konusu akımın bir parçası olmak için herkes birbiriyle yarışır, çünkü bu saygınlığın bir ifadesidir. Adeta kimse onun dışında kalmak istemez… Yazarlar, ressamlar, bilim adamları, akademisyenler, gençler, kadınlar, yoksullar ve hatta bürokratlar… Herkes onun bir parçası olur…
Bazı dönemler de vardır ki ilerici akımlar, bir adım dahi ilerleyemez, hatta toplum içindeki etkileri de sınırlanır….
Bunun böyle olmasında kuşkusuz dönemin ideolojik hegemonyası önemli bir rol oynar, ancak sanki olumsuzlukların galebe çalmasında söz konusu akımların da olumsuz bir rolü vardır..
Aydınlanmacıların pratiklerinin de gösterdiği gibi hasmın kalelerine ve saraylarına bile girmenin yolları bir şekilde bulunmalıdır…
Bu açıdan Aydınlanmacılardan öğreneceğimiz çok şey var…