Gizem ve İnanç!

Gizem ve İnanç!

İnsan, ister inançlı, isterse inançsız olsun. İster sofu ve belli bir dine mensup, isterse hiçbir din ve tanrı inancında herhangi bir keramet görmeyip ateist olsun, gizemi sever, okşar, canlı kalmasını arzular ve kullanır.

Gizem, her insana ilginç gelir. Birini görürüz, onda bir gizem ararız. Bir olay yaşarız onda bir gizem bulmaya çalışırız. Bir başarı yakalarız, onda kendi egomuzu tatmin edecek ve kendi yeteneklerimize yontacağımız bir gizem ararız. Hatta kız çocuklarımızın adını bile Gizem koyarız.

Gizem insana ilginç gelir, insanın merakını artırır, insanda sanki görünenden, bilinenden daha fazlası varmış gibi bir hissiyat uyandırır.

Her insan, az veya çok, kişiliğini, bilgisini, yeteneklerini, benliğini gizemleştirme oyunlarına başvurur. İnsan, benliğini gizemli kılarak kendi çevresinde bir etki halesi yaratmayı arzular.

Bu yüzden insana “bundan daha fazlası olmalı”, “bu sadece görünen kısmı olmalı”, “esas ilginç ve önemli olan henüz görünmeyeni”, “sınırın ötesindeki hakikat nedir acep” diye sorduran gizemdir.

İnançlar da gizemden beslenir. İnsanlar, gizem sayesinde kutsallaştırılır. Herkesin şaşırtıcı bir hikayesi, anlam veremediği bir yaşanmışlığı, duyduğunu veya gördüğünü sandığı gizemli bir masalı vardır.

Peki, gizem gerçekten var mı? Kuşkusuz vardır!

İnsan, ne kendisi ne de çevresi hakkındaki bütün bilgilere sahip olabilir. Her şey her an değişmekte, akmakta, başkalaşmakta olduğu için, bize birçok yeni bilgi, “inanılmaz, ilginç, mucize” gibi gelir.

Gördüklerimiz, duyduklarımız, kısacası duyumsadıklarımız her an değişmektedir. Bu durum bize, her gördüğümüzün, bildiğimizi varsaydığımızın, yani duyumsadıklarımızın tamamının bütünüyle hissedilmediğini, görünmediğini ve algılanmadığı hissini verir.

Değişim, zorunluluklar ve doğa yasaları son kertesine kadar takip edilemiyor, çünkü her şey her an değişmektedir. Bilim, sadece statik, değişmeden duran modeller üzerinden yasa ve tezler ortaya atar. Değişimi her an takip edemediğimiz için de bizi doğrudan etkileyen birçok olayın meydana gelişini anlamlandırmakta zorlanırız. Bu yüzden olayların ardında bir tanrısal güç, keşfedilemeyen bir irade, enerji, üstün zeka, üst akıl vb kuvvetler ararız. Ararken de bir gizeme sığınırız çünkü bu sayede inancımızın, geleneklerden gelen kültürel bilincimizin, “gerçek ve akıllıca” olduklarında ısrar ederiz.

Kim hurafelere, olmayan şeylere inanıyor gözükmek ister ki? Herkes gizemli hale getirdiği şeye bir “akıl” atfetmek ister.

50 yıldır yan yana yaşadığımız eşimizin, babamızın, annemizin, çocuğumuzun bile bir an ne yaptığını kestiremiyoruz. Gizem, bir an sonra olacak olanları kestirememe durumundan kaynaklanır. Her canlı şey, her oluş bir gizem barındırır. Kendimiz de gizem barındırmaz mı?

Kim, bir an ne yapacağını tam olarak bilebilir ki?

Kaç kez kendi kendimize kızmaz mıyız, tövbe ettiğimiz halde, “bir daha yapmayacağım” dediğimiz halde, o istemediğimiz şeyi bir süre sonra yapmaz mıyız?

Biz de kendi etrafımızda bir gizem halesi oluşturmaz mıyız? Gizem, basitliklerimizi örter… Gizem, yoksunluklarımızı göstermez… Gizem, yeteneksizliğimizi, yetmezliğimizi örter ve bu yüzden herkes bir şekilde gizemin örtüsünün altına sığınır.

Kim, bir an sonra ne olacağını bilebilir ki? Tahmin yürütebiliriz, hipotezler ortaya atabiliriz ve bunların bir kısmı gerçekleştiğinde de buna “ileriyi görmemizi sağlayan yüksek bir iradenin sevgili kulu olduğumuz” kılıfına sığınırız.

Aslında hiçbir şeyi gizemli hale getirmenin gereği yoktur. Gizemin sebebi, bilgisine tam vakıf olamadığımız maddedeki değişimdir. Değişimi öngöremedikçe, geleceği tahmin edemedikçe, onu gizemin büyüsüyle örteriz. Evren her an değiştiği için ve biz bu bilginin sadece bir zerresini bilebileceğimiz için, hep “daha ötede”, “sınırın ötesinde” bir uhrevi hakikat ararız. Bunu aslında kendi yetmezliğimizi, zihnimizin sıradanlığını örtmek için yaparız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir