Çin
seddinden başlayarak Orta Asya’nın içlerine, Hindistan’ın kuzeyinden İran’ın
bütününe, Hazar Denizi’nin kıyılarından Mısır’a ve oradan da Atlantik
Okyanusu’na kadar uzanan muazzam bir coğrafyayı (o gün dünyanın bilinen
kısmının neredeyse yarısı) Müslümanlar yetmiş yıl gibi kısa bir sürede
fethetmişlerdi.
Başlarda sadece ganimet elde etmek için girilen İspanya ise neredeyse birkaç
ayda bütünüyle (bir gezintiye çıkar gibi) ele geçirilmişti.
O gün bugündür tarihçiler şu sorunun cevabını
aramaktadırlar: Nasıl olur da Müslümanlar, bu kadar kısa bir süre içinde ve
bugünkü mevcut yapısıyla onlarca devleti, yüzlerce kavmi içeren bu toprakları,
büyük bir direnişle karşılaşmadan fethetmiş ve üstelik Orta Asya’dan gelip her
yeri tarumar eden barbar kavimler gibi herhangi bir iz bile bırakmadan silinip
gitmemişlerdir.
Bu sorunun tartışılacak birkaç unsuru var fakat
bizi ilgilendiren sadece başlıkta ifade ettiğimiz “ihanet” konusudur.
Tarihçilere göre Müslümanların bu kadar kolay
ilerlemesindeki en önemli nedenlerden biri, fethettikleri topraklardaki yerli
halkların, gelenleri adeta bir kurtarıcı olarak görmesidir.
Örneğin İspanya; Vizigotlar yüzyıllardır egemen
oldukları bölgenin halkını iliğine kadar sömürmekle kalmıyor, hatta onların
dinlerini ve dillerini de aşağılıyorlar. Gerçi sonra Vizigot hükümdarlar da
Katolik dinine geçiyor ama demek ki bu da yetmiyor. Sonra 612’de, Yahudiler
için de bir ferman çıkarıyorlar: birkaç ay içinde Hıristiyanlığa geçmeyen
Yahudilerin bütün mallarına el konacak, kadınları ve çocukları da köle olarak
satılacaktır. Yahudilerin bir kısmı çekip gidiyor ama esas kesim, din
değiştirdiğini söyleyerek kalıyor.
Ama sonra…
Müslümanlar İspanya’ya harekat başlattığında en
zorlu kalelerin düşmesini neredeyse Yahudiler sağlıyor. Sonra Hıristiyanlar bu
ihanetin hesabını 1492’de soruyorlar.
İspanya yeniden Hıristiyanların eline geçince bütün
Yahudiler Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalıyor.
Şimdi bu aktardıklarım İspanya’nın tarihi.
Müslümanların ilerleyişi Anadolu’da, İran’da ve
diğer bölgelerde de böyle olmuştu. Hatta İran’ı da birkaç ay içinde ele
geçirmişlerdi. Sadık Hidayet bu işgali ( Sadık Hidayet işgal der) hikayelerinde
dramatik bir şekilde anlatır.
Şimdi soru şu: Bu halklar bir yönüyle kendi
devletlerine, tebaası oldukları hükümdarlarına ihanet ediyorlar; peki bunları
bu ihanete sürükleyen koşulların, bu koşulları yaratan devletlerin,
hükümdarların ve hükümetlerin hiç mi suçu yok?
Bizim tarihimiz de bu türden ihanetlerle dolu değil
mi? Halktan bir kesim ihanet ediyor ve tabii ki bu lanetli bir iş, peki ya
onlara başka bir yol bırakmayan kibirli, zalim ve hep haklı olduğunu düşünen muktedirler?
Bunun üzerine de düşünmeyi tavsiye ediyorum.